Quantcast
Channel: Sinema bir mucizedir...
Viewing all 348 articles
Browse latest View live

Kısacık bir filmcik

$
0
0
Sinema yazarı Cüneyt Cebenoyan'ın bir ricası var, kendisinden dinleyelim:)

"Kızım Elif ve arkadaşlarının çektikleri film. Youtube'dan çok like edilirse Almanya'da uluslararası bir yarışmaya katılacaklar. Hadi izleyin ve like edin lütfen. Topu topu 1 buçuk dakika."


Sinemacılardan Kültür ve Turizm Bakanlığı’na Açık Mektup

$
0
0
Sinemacılardan Kültür ve Turizm Bakanlığı’na Açık Mektup

Sanata yönelik sansürü araştıran, belgeleyen ve sansürle mücadele etmeyi amaçlayan Siyah Bant girişimi, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın etkinliklerde gösterilecek yerli filmlere kayıt-tescil zorunluluğu getirmesine karşı, bu uygulamanın geri çekilmesi için sinemacılarla birlikte bir imza metni hazırladı.

Aralarında Nuri Bilge CeylanReha Erdem, Yeşim Ustaoğlu, Tayfun Pirselimoğlu, Onur Ünlü ve Yeni Sinema Hareketi yönetmenlerinin de olduğu 211 sinemacı ve sinema sektörünün büyük bölümünü kapsayan 40’a yakın festival, meslek örgütü, sendika, yapım ve dağıtım şirketinin imzaladığı mektupta, sanatsal etkinliklerde filmlerin gösterimi için istenen kayıt-tescil uygulamasının, san

atsal ifade özgürlüğüne bir engel oluşturacağı ifade edildi.

Ayrıca mektupta filmlerin kayıt-tescil edilmesi için geçmeleri gereken Değerlendirme ve Sınıflandırma Kurulları’nın kriterlerinin muğlaklığı, siyasi ve ahlaki gerekçelerle yasaklamaya varan uygulamaları eleştirildi. Son olarak Lars von Trier'in 'Nymphomaniac' filminin ticari gösterimine ve dolaşımına izin verilmeyerek açık bir sansür uygulandığı ve bunun kabul edilemeyeceği belirtildi.

Sansüre yönelik girişimlerin karşısında kararlılıkla duracaklarını belirten imzacılar, ilgili yönetmeliklerin sektör ile işbirliği halinde yeniden düzenlenmesini, Kurulların filmlerin “ticari dolaşıma ve gösterime giremez” kararı verme yetkisinin kaldırılmasını, Kurul kararlarında ifade özgürlüğü ve sinema sanatının özgünlüğünün gözetilmesini ve sanatsal etkinliklerde filmlerin kayıt-tescil belgesi istenmeksizin özgürce gösterilmesini talep ediyor.

Açık mektup ve imzası bulunan sinemacılar, meslek örgütleri, sendika ve festivallerin listesi aşağıdadır.

Siyah Bant

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI’NA AÇIK MEKTUP
Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü, Türkiye’de düzenlenen film
festivallerine ve çeşitli kültür sanat kurumlarına 2014 Ocak ayında gönderdiği bir yazıyla, etkinliklerde gösterilecek yerli filmlerin kayıt ve tescil edilmiş olması zorunluluğunu vurgulayarak, gösterimlerin yapıldığı mekânlarda denetimlerin yapılacağını ve kuralın ihlali halinde yaptırım uygulanacağını bildirdi.
Kayıt-tescil, başvurusu mevcut yönetmeliklere göre ancak bir yapımcı şirket
tarafından yapılabilen ve filmlerin sınıflandırma ve değerlendirme kurulundan
geçmesiyle sonuçlanan bir süreçtir. Dolayısıyla sanatsal etkinliklerde gösterilecek olan filmlere yönelik olarak (özellikle yapımcı belgesine sahip olmadıklarından dolayı kayıt tescil yaptıramayan kısa film ve belgeseller) gönderilen bu yazı, sinema sektöründe karışıklığa ve huzursuzluğa yol açmıştır.
Bir filmin yaş sınıflandırması ve değerlendirilmesinin yapılması dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi bir gerekliliktir. Ancak kriterleri son derece muğlak olan Değerlendirme ve Sınıflandırma yönetmeliği doğrultusunda Alt ve Üst Kurul üyeleri, daha ziyade ahlaki ya da siyasi nedenlerle filmlere yüksek yaş sınırları getirerek gösterimini kısıtlayabildiği gibi, “ticari dolaşıma giremez” kararı alarak açık bir şekilde sansür uygulayabiliyor. Filmlerin kayıt-tescil zorunluluğu üzerinde oluşturulan bu kontrol mekanizması, sanatsal ifade özgürlüğünü açıkça tehdit ediyor. Son olarak Lars von Trier’in ‘Nymphomaniac’ filmi için Sınıflandırma ve Değerlendirme Üst Kurulu tarafından ticari dolaşım ve gösterime çıkamaz kararı verildi. Mevcut yönetmeliğin 11. maddesinde belirtildiği üzere “kamu düzeni, genel ahlak, küçüklerin ve gençlerin ruh ve beden sağlığının korunması, insan onuruna uygunluk ve Anayasada öngörülen diğer ilkeler doğrultusunda” film yasaklanmıştır.
Aşağıda imzası bulunan sinemacılar, sinema yazarları, meslek örgütleri, sendika ve festivaller olarak şunları talep ediyoruz:
• Kayıt ve Tescil ile Sınıflandırma ve Değerlendirme yönetmelikleri, sinema sektörü ile istişare edilerek hızla yeniden düzenlenmeli; yeni yönetmelikte yaş
sınıflandırmasına uluslararası kabul edilmiş olan bilimsel ölçütler getirilmelidir.
Özellikle, Değerlendirme Kurulları’nın, filmlere ticari dolaşıma ve gösterime
giremez kararı verme yetkisi kaldırılmalıdır.
• Film festivallerinde ve her türlü sanatsal etkinlikte filmler, kayıt-tescil belgesi istenmeksizin özgürce gösterilmelidir.
• Değerlendirme ve Sınıflandırma Kurullarında kararlar alınırken, kanunca reşit
olarak tanımlanan reşit bireylerin seçme ve ifade özgürlüğü ve sinema sanatının
özgünlüğü gözetilmelidir.
Süreci yakından takip edeceğimizi ve sansüre yönelik kararların karşısında
duracağımızı, her koşulda mesleki özgürlüğümüzü savunmaya hep birlikte ve
kararlılıkla devam edeceğimizi kamuoyu huzurunda duyuruyoruz.
İMZA VERENLER:
!F İstanbul Film Festivali, 1001 Belgesel Film Festivali, Alternatif Medya Derneği, Altyazı Aylık Sinema Dergisi, Anadolu Kültür, Ankara Film Festivali, Aram Tigran Sanat Akademisi, Atlantik Film, Belgesel Sinemacılar Birliği (BSB), Cam Film, Canlandıranlar Yetenek Kampı ve Festivali, Cegerxwîn Sanat Akademisi, Documentarist Uluslararası Belgesel Film Festivali, Doliche Filmcilik, Filmamed, Belgesel Film Festivali, Filmmor Kadın Filmleri Festivali, Hangi İnsan Hakları Film ,Festivali, İşçi Filmleri Festivali , Kibrit Film, Mavi Düşler Sanat Merkezi, Mithat Alam Film Merkezi, Ortadoğu Sinema Akademisi Derneği, Pembe Hayat KuirFest, Puruli,Kültür Sanat, Ret Film, Senaryo ve Diyalog Yazarı Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği(SENARİSTBİR), Senaryo Yazarları Derneği (SEN-DER), Sinema Eseri Yapımcıları Meslek Birliği (SE-YAP), Sinema Oyuncuları Meslek Birliği (BİROY), SİNESEN, Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali, Uluslararası Kısa Film Festivali, Van Ahtamar Film Festivali, Yeni Sinema Hareketi, Yılmaz Güney Film Festivali, Z1 Film Atolyesi
Ahmet Gürata, Ali Vatansever, Ali Aydın, Alp Birol, Alpgiray M. Uğurlu, Altay Özbek, Artorius Sayar, Aslı Şahin, Aslı Ertürk, Aslı Erdem, Aslı Filiz, Aslı Özge, Aycan Çetin, Aydın Orak, Aydın Erel, Ayfer Tunç, Ayşe Çetinbaş, Ayşebengi Çelik, Ayşen Günsu Teker, Ayşin Akbulut, Ayten Başar, Balım Tanriöver, Belma Baş, Belmin Söylemez, Berat İlk, Berke Göl, Betül Esener, Bilal Babaoğlu, Birol Elginöz, Burak Acar, Burhan Gün, Can Kılcıoğlu, Çayan Demirel, Cem Öztüfekçi, Cenk Örtülü, Çetin Baskın, Çiğdem Mater, Çiğdem Vitrinel, Claudine Avetyan, Deniz Yeşil, Deniz Koçak, Deniz Akçay Katıksız, Dersu Yavuz Altun, Derviş Zaim, Devrim Akkaya, Didem Ayberkin, Dilde Mahalli, Dilek Gökçin, Doğa Kılcıoğlu, Ebru Karaca, Ebubekir Çetinkaya, Elif Ergezen, Elif Taşçıoğlu, Emel Çelebi, Emin Alper, Emine Yıldırım, Emrah Dönmez, Emrah Kalan, Emre Akay, Emre Yeksan, Ender Yeşildağ, Enis Köstepen, Erdem Murat Çelikler, Esra Ciliv, Ethem Özgüven, Ezgi Yalınalp, Faruk Karaçay, Fatma Çolakoğlu, Fatma Karanfil, Ferit Karahan, Fırat Yücel, Funda Ödemiş, Gaye Boralıoğlu, Gül Meriç Özen, Güldenay Somunut, Güliz Sağlam, Güliz Kucur, Gülsüm Tansu Öz, Gürcan Keltek, Hakkı Kurtuluş, Halit Fırat Yazar, Haluk Ünal, Hasan Tuna Balkan, Haşmet Topaloğlu, Hatice Aslan, Hatyak Yakar, Hilmi Etikan, Hüseyin Karabey, İlham Bakır, İlker Berke, İlker Barış, İlksen Başarır, İmre Azem, İnan Güngören, İnan Temelkuran İnci Uluçay, İpek Türktan Kaynak, İsmet Arasan, Janset Pacal, Kazım Gündoğan, Kazım Öz, Kemal Öner, Kemal Alptekin, Kerem Topuz, Kibar Dağlayan Yiğit, Kıvanç Yalçıner, Korkut Akın, M. Cem Öztüfekçi, M. Özgür Candan, Mahmut Fazıl Coşkun, Medet Dilek, Mehmet Rasim Doğan, Mehmet Şafak Turkel, Melik Saraçoğlu, Memik Horuz, Metin Yeğin, Metin Avdaç, Mithat Alam, Müjde Mizgin Arslan, Murat Muslu, Murat Ayman, Murat Zubi, Murat Düzgünoğlu, Nadir Öperli, Nalan Merter Savaş, Nazif Çoşkun, Nazlı Durlu, Necati Sönmez, Nedim Hazar, Nejla Demirci, Neşe Şen, Nesimi Yetik, Nesra Gürbüz, Nezahat Gündoğan, Nida Karabol Akdeniz, Nihal Katipoğlu, Nihal G. Koldaş, Nihan Küçükural, Nil Perçinler, Nil Güleç Ünsal, Nilgün Öneş, Nur Sürer, Nuran Evren Şit, Nuri Bilge Ceylan, Nuriye Bilici, Oğuz Kaynak, Ömer Tuncer, Ömür Atay, Önder Çakar, OnurÜnlü, Orcun Oksar, Ozan Turgut, Özcan Vardar, Özcan Alper, Özkan Yılmaz, Özkan Küçük, Özlem Sarıyıldız, Pelin Esmer, Pınar Uysal, Ramin Matin, Recep Yener, Reha Erdem, Reis Çelik, Reyhan Tuvi, Rıza Kocaoğlu, Şafak Orbay, Sedat Yılmaz, Selçuk Akman, Selim Evci, Selin Vatansever, Semih Dindar, Senem Aytaç, Seren Yüce, Serkan Çakarer, Serkan Acar, Sevgi Saygı, Sevil Demirci, Seyfettin Tokmak, Seyhan Kaya, Sinan Güngör, Sinemis Candemir, Soner Sert, Şükran Kuyucak Esen, Süleyman Demirel, Tahsin İşbilen, Tamer Baran, Tarık Tufan, Tayfun Pirselimoğlu, Tolga Esmer, Tuğçe Taçkın, Türker Korkmaz, Ufuk Karalı, Uğur Egemen İres, Ümit Kıvanç, Ümit Ünal, Veli Kahraman, Vural Çavuşoğlu, Vuslat Saraçoğlu, Yamaç Okur, Yaşar Yenigün, Yasin Ali Türkeri, Yavuz Özkan, Yeşim Ustaoğlu, Yonca Ertürk, Zeynel Koç, Zeynel Aslankaya, Zeynep Dadak, Zeynep Nilüfer Özçelik, Zeynep Özbatur Atakan

Tutucuların sığınağı sansür

$
0
0

Atilla Dorsay, “Tutucu iktidarın tek sığınağı, ‘genel ahlaka aykırı’ gibi yuvarlak bir tanımlama” dedi. SE-YAP Başkan Yardımcısı Yamaç Okur, yönetmeliğin değişmesi gerektiğini vurguladı. SİYAD Genel Sekreteri Deniz Yavuz ve sinema yazarımız Sungu Çapan da ‘Yasağa hayır!” dedi.

Ünlü yönetmen Lars von Trier’in son filmi “Nymphomaniac”ın Türkiye gösteriminin Sinema Genel Müdürlüğü’ne bağlı Değerlendirme ve Sınıflandırma Üst Kurulu tarafından yasaklanması sinema dünyasında tepkiyle karşılandı. Atilla Dorsay, “Tutucu iktidarın tek sığınağı, ‘genel ahlaka aykırı’ gibi yuvarlak bir tanımlama” derken, Sinema Eserleri Yapımcıları Meslek Birliği (SEYAP) adına üst kurulda yer alan ve yasaklama kararına karşı çıkan iki üyeden biri olan Yamaç Okur, Sinema Yönetmeliği’nin 11. maddesine dikkat çekti. Okur, “Genel ahlak, kamu düzeni gibi muğlak kavramlar var. Onlarla birlikte yönetmelikte birçok madde değişmeli” dedi. Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) Genel Sekreteri Deniz Yavuz ise yasakların vatandaşların haklarını kısıtladığını belirterek “Uygun bulmadığınız bir filmi izlemezsiniz, beğenmezseniz ya da rahatsız olursanız çıkarsınız salondan. Sağlıklı insanlar için durum bu kadar basit” diye konuştu. Filmin gösterimi, üst kurul tarafından “yoğunlukla pornografik görüntü ve diyaloglar içermesi, ayrıca genel ahlaka aykırı, çocukların ve gençlerin ruh sağ- lığını etkileyici olumsuz örnek oluştu- ran görüntü ve etkiler içermesi nede- niyle” yasaklanmıştı.
‘Yasaklama hoş görülemez’
Atilla Dorsay (Sinema Eleştirmeni)
Kendi adıma bayıldığım bir film değil. Filmle ilgili olumsuz bir eleştiri de yazmıştım. Ama bu, yasaklanmasını hoş görmemiz anlamına gelmez. Dünyada yasak sistemi kalktı, yaş sınırlandırılması var. Bizde de durumun böyle olduğunu sanıyordum, kararı duyunca şaşırdım. Eskiden bu noktada Kültür Bakanlığı’ndan medet umulurdu. İçinde bulunduğumuz ortamda bunu beklemek saflık olur. Tutucu iktidarların tek sığınağı “genel ahlaka aykırı” gibi yuvarlak bir tanımlama. Ben yine de sağduyunun galip geleceğine ve herkesin merak ettiği bu filmi izleyeceğine inanıyorum.
‘Bu zihniyetten ne beklenir ki?’
 SUNGU ÇAPAN (Cumhuriyet sinema yazarı)
Lars Von Trier’in seks bağımlılığını, cinsellik olgusunu ‘sado-mazo’ her yönüyle ele alarak konu edinen, hazmı zor, son “olay filmi” “Nymphomaniac/ İtiraf”ı seyretmiş biri olarak bu filmin yasaklanmasını bekliyordum, desem ukalalık olmaz sanırım. Çünkü dini imanı para olan ve sanat dahil her alana el atan muhafazakâr AKP zihniyetinden başka ne beklenir ki zaten?
‘Yönetmelik değişmeli’
YAMAÇ OKUR (SE-YAP Başkan Yardımcısı)
Dernek adına üst kurulda görevliydim ve karara şerh koydum. Nedeni çok basit: Herhangi bir sinema filminin ticari dolaşıma girmeme kararını doğru bulmuyorum. Yönetmelik değişikliği talebimiz var ve bu konuda Sinema Genel Müdürlüğü’yle ilişki içindeyiz. Onlar da farkındalar, 11. madde başta olmak üzere birçok madde değişmeli. Onun dışında başka bir sıkıntı da yaş sınıflandırmasıyla ilgili. Sınırlandırma bilimsel ölçütlerle değerlendirilmeli. Kıstasın ne olduğu net bir şekilde yönetmelikte belirlenmeli. Ayrıca genel ahlak, kamu düzeni gibi muğlak kavramlar var. Bunlardan uzaklaşmamız gerekiyor. Filmin dağıtımcı firması hukuki yollara başvurursa bu emsal bir karar olur.
Uyarıya ‘evet’, yasağa ‘hayır’
DENİZ YAVUZ (SİYAD Genel Sekreteri)
Sanat eserlerinin yasaklanması, sanatçıların engellenmesinin bu çağda, hiçbir yasada ve iradede yeri yoktur. Televizyonda rahatsız olduğunuz
bir şeyle karşılaşırsanız cihazı kaparsınız. Aynı şekilde uygun bulmadığınız bir filmi izlemezsiniz; beğenmezseniz ya da rahatsız olursanız çıkarsınız salondan. Sağlıklı insanlar için durum bu kadar basit. “Nymphomaniac” ile ilgili durumdan öte yönetmeliklerde bu kararların alınmasını sağlayan düzenlemelerin ortadan kaldırılması gerekiyor. İlgili kurum, insanların ruh sağlığını, hakkını elbette gözetmek zorunda ve bununla ilgili yaş sınırı uyarıları yapmakta. Yasaklayarak birçok vatandaşın kimi haklarını kısıtlamış olmuyor muyuz?
***
Filmin dağıtımcısından yasağa tepki
Sansür hortladı!
“Nymphomaniac” filminin Türkiye dağıtım haklarını elinde bulunduran Özen Filmcilik ve Umut Sanat Filmcilik, dün yasak kararını avukatlarıyla değerlendirdikten sonra bir ön açıklama yaptı. “Türkiye’de sanata sansür dönemi yeniden hortlamıştır” denilen açıklamada, Lars Von Trier’in Nymphomaniac Vol.I ve II filmlerinin tüm dünyada 16 veya 18 yaş sınırı getirilerek, kesilmeden ve mozaiklenmeden seyirciyle buluştuğuna dikkat çekildi.
Dağıtım şirketi, filme getirilen sansür ve atacakları hukuki adımlarla ilgili 7 Mart Cuma günü Ortaköy Feriye Sineması’nda bir basın açıklaması yapacak.
Öte yandan, !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nin direktörü Serra Ciliv, yasak kararının çok üzücü olduğunu söyleyerek, bu kararın festivallerin bağımsız olmasının önemini bir kez daha gösterdiğini söyledi. Ciliv, “Biz iyi ki festivaliz, iyi ki sansürden muafız ve bu filmi izleyiciyle buluşturabildik” dedi.
Lars von Trier’in filmi, kendisi tarafından “denetlenmiş” versiyonuyla iki bölüm halinde !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde gösterilmişti.
Film, 5-20 Nisan tarihleri arasında düzenlenecek 33. İstanbul Film Fe

stivali’nde de gösterilecek.
***
Sinema Genel Müdürü yasağı savundu
Sinema Genel Müdürü Cem Erkul, AFP haber ajansına bir açıklamaya yaparak, “Nymphomaniac” filminin “pornografik görüntüler ve kadına karşı aşırı şiddet içermesi nedeniyle” yasaklandığını belirtti.
“Bu film porno kategorisinde” diyen Erkul, filmin çoğunluğu alışveriş merkezlerinde bulunan sinema salonlarında gösteriminin uygun olmadığını söyledi.
“Demokratik ülkelerde eleştiri normal” diyen Erkul, filmin 33. İstanbul Film Festivali’nde gösterileceğini anımsatarak, dolayısıyla genel bir yasağın söz konusu olmadığını ifade etti.
Kaynak: “Tutucuların sığınağı sansür”, Aslı Uluşahin, Cumhuriyet, 4 Mart 2014
alıntı yapılan site "http://www.siyahbant.org/?p=2783"

Yaratıcı ve farklı projeler üretmek istiyorum

Susturulamayan Che şarkısı

$
0
0
Usta Yönetmen Costa Gavras'ın 1973 tarihli État de siège / Sıkıyönetim (Görünmeyen Ayaklanma) filminden şu an ülke olarak yaşadıklarımızı özetleyen umut dolu bir sahne. İzlenilsin izlettirilsin.


Gençlik halleriyle beraber poz veren ünlüler

Size Özel Bir Sigortacınız Olsun İster Miydiniz?

$
0
0
Generali Sigorta’nın reklamlarını bir süredir izliyordum. Önce eğlenceli olması dikkatimi çekti, sonra bir arkadaşım aracı için bildiğim iyi bir sigorta var mı diye sorunca aklıma geldi Generali Ali diye:) Reklamları aklımda kalmış demek ki… Üşenmedim gittim sizin için aradım.

Zorunlu Trafik Sigortası veya kasko için Generali’nin 7/24 Özel Sigorta Danışmanlığı hattı 0850 555 55 55’i veya generali.com.tr den 1 dakikada teklif alabiliyorsunuz. Generali Sigorta müşterisi olmasanız dahi bir kez teklif alırsanız size kişisel sigorta danışmanı atıyorlar. Bilgi alan kişi her aradığında, karşısında aynı danışmanı buluyor. Böylece müşteriler sorunlarını her defasında baştan anlatmak zorunda kalmıyor ve telefonda uzun uzun beklemeden işlerini kolayca halledebiliyor. Bildiğiniz size özel bir sigortacınız oluyor:)
Bu arada Generali 1831 yılında İtalya’da kurulmuş ve 150 yıldır Türkiye’de faaliyet gösteriyormuş. Tüm dünyada 65 milyonu aşkın müşterisi varmış. Bir sigorta şirketi için oldukça güvenilirler yani.

Bugünlerde Zorunlu Trafik Sigortasında %70’e varan indirimleri varmış. Eğer yakın zamanda zorunlu trafik veya kasko sigortası yaptıracaksanız Generali’den teklif almadan yaptırmayın derim. Teklifler kişiye ve arabaya özel yapıldığı için indirimler de kişiden kişiye farklılık gösteriyor. Bu yüzden teklif alırken yaşınız, arabanızın yakıt türü gibi etmenler de önemli oluyor.
Hemen teklif alıp indirim kazanmak isterseniz, 31 Mart’a kadar generali.com.tr yi ziyaret edin.
1 Dakikada Teklif Almak için Tıklayın.

Bir boomads advertorial içeriğidir.

Başka olur taht oyunları


Bu Otel Başka Otel

$
0
0

Wes anderson'un büyülü hayal gücünden çıkmış diğer bütün filmlerinin alameti farikalarını taşıyan kelimenin tam anlamıyla görsel bir şölen Büyük Budapeşte Oteli. İstanbuldaki Londra oteli,Las Vegas'taki Paris Oteli gibi başka ülkelerdeki metropollere atıfta bulunan otel benzetmesiyle Doğu avrupanın hayali Zubrowka şehrinde kaplıca banyolarıyla ve entaresan tipleriyle meşhur Büyük Budapeste Oteli'inde hayatını işine adamış konsiyerj M. Gustave (Ralph Fiennes)  ve filmin başında sahibi olarak tanıdığımız sonradan gençliği ile hikayemize dahil olan M. Moustafa (Murray Abraham) yani namı diğer Zero'yla beraber görsel bir maceraya çıkıyoruz.


Wes Anderson'u bilen bilir.Kadrajı  kusursuz bir simetri içinde binbir renk ile doludur. Enteresan tiplerin enteresan hikayelerini konu alır.Hikaye kadar içinde geçtiği sahne de başroldedir. Artık alametifarikası sayılabilecek sinema anlayışıyla afişinin üstünde adının yazmasına gerek kalmayacak derece kendi ile özdeşleşmiştir.İş dünyasında da geçerlidir bu durum. Eğer bir firma logosundan adını çıkartacak kadar insanların aklında yer edinmişse o firma olmuştur artık. Aynı hesap Wes Anderson'un filmlerinde de geçerli artık. Her karesinin ayrı ayrı izlenmesi gerektiği gibi sahneler,kadrajlar akıp giderken mutkala birşeyleri tam yakalayamıyormuş hissine kapılıyor insan. İste bu yüzden filmleri art arda izlenebilecek ve asla bıktırmayacak cinsten.Film akarken rastgele bir sahnenin ortasından durdurun ve dakikalarca bakın, abartı yok sıkılmazsınız.
Filme girmeden hazırlıklı olmak gerek zira  her karesinden bir ünlü fışkırabiliyor. Bir nevi amerikan bağımsız sinemasının all starı diyebiliriz.


Filme gelirsek 1985 yılında bir parkta elinde Büyük Budapeste Oteli kitabını okuyan kız ile karşılaşırız. Söz konusu kitabın yazarını canlandıran Tom Wilkinson kitabı yazmasına vesile olan egzantirik adam Mr. Moustafa (Murray Abraham) ile  1968 yılında genç haliyle (jude Law)  tanışmasını ve  ve otelin nasıl kendisine geçtiğine dair sohbetine tanıklık ederiz. İşte esas hikaye burada başlıyor ve 1932 yılından otelin en şaşaalı yıllarına gidiyoruz. Nevi şahsına münhasır otelin herşeyi Mr. Gustave H. (Ralph Fiennnes)  ile tanışırız. Müşterilerini bir ev sahibi edasıyla ağırlayan her daim güzel kokan,jilet gibi giyinen Mr. Gustave ile yeni yetme bellboy Zero ile esas kahramanlarımızla  tanışmış oluruz. Yaşlı ve zengin kadın misafirlerine biraz daha fazla özen gösteren özellikle yakın  arkadaşlıklarından hoşlanan Gustave otelin hatırı sayılır müşterilerinden Madame D.(Tilda Swinton)'nin ölümüyle şoke olur. Vasiyetnamesinde çok değerli paha biçilemez Elma Tutan Çocuk tablosunu Gustave'a bırakan Madame D.'nin şüpheli ölümü ve tekinsiz oğlu Dmitri (Adrien Brody) ile amansız hafiyesi Jopling (Willem Dafoe) 'in tabloyu geri alma girişimleri kahramanlarımızı son derece absürt ama bir o kadar da komik bir kovalamayacaya sürükler.Bu kovalamaca sırasında perde ünlüler geçidine sahne olur. Madam D.'nin süpheli ölümünde kilit rolü olan aşçıbaşı Serge (Mathieu Amalric),otel sahibinin ve Madame D.'nin vasiyetinden sorumlu avukat Kovacs (Jeff Goldblum), uçuk hapishane tiplemesi Ludwig (Harvey Keitel), olayı araştıran subay Henckels (Edward Norton), yanağındaki garip doğum lekesiyle bile güzel pastacı yamağı Agatha (Saoirse Ronan), Madam'ın hizmetçisi Clotilde (Lea Seydoux), garip bir okadar da güçlü çapraz anahtar örgütünden hızır gibi yardıma koşan  M.Ivan (Bill Murray), otelin diğer zaman dilimlerindeki çalışanları M.Chuck (Owen Wilson), M. Jean (Jason Schwartzman)..Ve bütün bu güçlü oyunlar karşısında hiç ezilmeyen Zero lakaplı göçmen lobby boy Tony Revolori. Tamamen karakterleri ile bütünleşen asla ticari bir hamle gibi algı yaratmayan oyuncu çeşitliliğiyle arka fondaki masalsı ambiyansa oyunculuk bolca görsel katkı sağlıyor.

İki dünya savaşı arasında Avrupa'nın kanlı kaosa sürükleneceği yıllarda bu denli insanın içini ısıtan, iyi hissetmesini sağlayan güzelliklerin merkezi Budapeşte Oteli'nin şatafatının sonu tıpkı o yıllardaki Avrupa'nın bütün kaideleri yerle bir edercesine değişmesini, açıkça Nazi Almanyasına ZZ armasıyla atıfta bulunan askerlerin oteli doldurmasıyla son bulmuş oluyor.Kelimenin tam anlamıyla hayatının ta kendisi olan oteli siyah üniformalarıyla askerlerin sarmış olduğu gören Gustave'ın deyişiyle bir daha oraya ayak basmayacağını söylemesi aslında otelin 30lu yıllardaki o şatafatlı günlerinin bitmiş olduğunu, Nazi tehdidinden sonra Doğu Avrupayı etkisi altına alan komünist estetiğin oteli nasıl değiştirdiğini tanık oluruz. Tabi bunu tersten olarak en başta gördüğümüz haliyle anlarız.



Ülkemizdeki galasını İstanbul film festivali ile yapan ve öncesinde  Berlin film festivalinden büyük juri ödülüyle dönen Büyük Budapeste Oteli Wes Anderson  filmografisinde hakkettiği yerde duracağı kesin. Diğer filmlerindeki kaliteyi koruyan ve çıtasını yükselten Anderson kesinlikle amerikan bağımsız sinemasına kat kat fazla geldiği aşikar. Daha çok avrupa sineması estetiğine yakın duran Anderson'un sonrasında gelecek filmlerini şimdiden merak ediyoruz. Her karesi sanatsal işçilikle dolu bu görsel şölenin bir değil birden fazla izlenmesini şiddetle tavsiye ederim.

33. Altın laleler dağıtıldı

$
0
0


Bu yıl 33.sü düzenlenen Uluslararası İstanbul Film Festivalinin kazananları belli oldu.
İşte kazananlar;


  • Altın lale En iyi film: Ben O değilim (yön:Tayfun Pirselimoğlu)
  • Altın lale Uluslararası yarışma en iyi film: Blind (Körlük- yön:Eskil.Vogt)
  • En iyi yönetmen: Onur Ünlü (İtirazım var)
  • Jüri özel ödülü: Bir varmış bir yokmuş (Kazım Öz)
  • En iyi kadın oyuncu: Vahide Perçin (Ayhan Hanım)
  • En iyi erkek oyuncu: Serkan Keskin(İtirazım var)
  • En iyi senaryo: Ben O değilim (Tayfun Pirselimoğlu)
  • En iyi görüntü yönetmeni: Ahmet Sesigürgil (Silsile)
  • En iyi kurgu: Reha Erdem (Şarkı söyleyen kadınlar)
  • Seyfi Teoman ilk film ödülü: Nergis Hanım (yön:Görkem Şarkan)
  • Fibresci Ulusal yarışma ödülü:He Bû Tune Bû / Bir Varmış Bir Yokmuş (Kazım Öz)
  • Fibresci Uluslararası yarışma ödülü:20,000 Days on Earth / Dünyada 20.000 Gün (yön: Jane Pollard)
  • Radikal gazetesi halk ödülü Ulusal yarışma : Sesime gel (Hüseyin Karabey)
  • Radikal gazetesi halk ödülü Uluslararası yarışma: Tom a la ferme(Xavier Dolan)
  • Sinema onur ödülü: Marin Karmitz, Giovanni Scognamillo

10 enteresan kare ile Gemide filmi

$
0
0













kaynak : http://onedio.com/haber/10-enteresan-kare-ile-gemide-filmi-247983

Güzellik 85 yaşında

$
0
0
Bence sinema dünyasının en güzel kadını Audrey Hepburn. Zerafetiyle devrindeki kadınları derinden etkilemiş sinema figürü. Bunun kendisini anmamızın sebebi google'un kendisini doodle olarak anasayfasına taşıması. Doğumunun 85. yılı vesilesiyle yine kendisine yakıcak zariflikte güzel bir doodle hazırlamışlar. 


İtirazım var asabiyim ben

$
0
0


Onur Ünlü'nün; son istanbul film festivalinden en iyi erkek oyunu, en iyi yönetmen ödülleri ile döndüğü, yine kendi sinema anlayışını saniye saniye ilmek ilmek işlediği bence sinematografisindeki en iyi filmi olmaya aday son filmi "İTİRAZIM VAR". 10 filmlik seri olarak çekmeyi planladığı 'milli cinayet koleksiyonu'nun üçüncü filmi olan İTİRAZIM VAR'ın kökleri ilk olarak 2010 yılında Sırrı Süreyya Önder ile Onur ünlü tarafından atılmış.Daha sonrasında Sırrı Süreyya'nın siyasete tam zamanlı atılması ve yerel seçimlerin de etkisiyle Onur ünlü düneme tek başına geçiyor ve hem senaryosunu yazıp hem de yönetiyor. Onur Ünlü'yü uzun uzun anlatmak yersiz, artık herkesin tanıdığı , Türk sinemasında kendi dilini yaratabilmiş nadir yönetmenlerden biri. Özellikle hiçbir kalıba sığmayan haşarı bir çocuk edasıyla ne göstermek istiyorsa çekinmeden perdeye taşıyan Onur Ünlü bence şu an gişe sinemacıları dışında sağlam sanat yapabilen en verimli yönetmen. Bir önceki filmi Sen Aydınlatırsın Gece'yi ile katıldığı festivallerden ödülle dönmesine karşın yine kendinden beklenecek bir davranışla ticari gösterime sokmayan Ünlü, hem perdede hem de gerçek hayatta yaratmış olduğu protest tarzını korumuş oldu.

 Leyla ile Mecnun fenomeni yaratmasından ötürü geniş halk kesiminin daha çok dizi yönetmeni olarak tanıması sinema anlayışına pek ters gelse de, farketmez zira Leyla ile Mecnun ki artık iyiden iyiye Türk dizi tarihinin en iyileri arasında anılan ve kült statüsünü bileğinin hakkıyla kazanmış bir yapımdı. Hele hele mizahın esas amacı olarak muktedirlere onların ne mal olduğunu göstermesi ile Hacıvat Karagöz'ün de başına geldiği varsayılan sona götürmüş ve arkasında baya bir patırtıyla ekra

nlara veda etmişti. Dizinin üstüne daha çok dizinin kaymağının yemek için bir nevi Leyla the band grubuna Pr çalışması denilebilecek Ben de özledim dizisi geldi ama hiç bir zaman L&M'un yerini tutmadı tabi.


Filmden bahsetmeden önce birazcık L&M ekibinden bahsetmek gerek. Zira Onur Ünlü'yü bilen bilir, bu diziye indirgemek yanlış olur ama Serkan Keskin olsun Osman Sonant olsun Ali atay olsun yıllardır dizi-film-tiyatro camiasında boy göstermelerine karşın geniş halk kesimlerince tanınmalarını L&M ile yapmışlar ve son yılların en verimli ekibi ortaya çıkmış oldu. Bu on parmağında on marifet genç oyuncuları ve başlarında ki yaşlı kurt Ünlü ile çekecekleri daha nice film-dizi şimdiden takipçilerinin iştahını kabartıyor.
 Filmden bahsedelim biraz. Camisinde işlenen cinayet sonrası adaletin ağır işlemesinden dolayı kendi adaletini yaratmaya çalışan, imam kalıplarının hepsini yıkarcasına tamamen anarşist bir imam potresiyle karşımızda Selman Bulut beliriyor. İncirlikte tabur imamlığı yapmış, eski boksör, antropoloji mastırlı, satranç oynayan,konsere çıkacak kadar çok iyi bağlama  çalan yani kafamızda klişeleşmiş imam yapısının tamamen dışında ayrıksı bir karakter. Hal böyle olunca içinden çıkılması güç durumlar Selman Bulut'un karakteristiğinden dolayı daha bir sarpa sarıyor.Kendi deyimiyle Muaviyenin imamı değil. Kendi camisinde yaşanan cinayet sonrası oldukça girift bir hikayenin içine dalan Selman Bulut en ufak detaylardan bile sonuça gidebilecek kadar aslında sherlockvari bir çalışma yürütüyor.Öyleki hikaye içinde hikaye içinde hikaye ekrana oldukça fazla detay çıkarması bir noktada insanı sıkabiliyor. iki saatlik süresi de bazen hikayeyi takip etme anlamında sabrı zorlayabiliyor. Ama genel olarak bakıldığında filmin belkide tek olumsuz yanı. Onun dışında konu edindiği bütün tabularıyla, Serkan Keskin başta olmak üzere bütün oyuncularıyla, müzikleriyle, mekanlarıyla her saniyesi dolu dolu bir film.


Selman Bulut üstüne biraz düşünülmeli. Aslında belki ekranda gördüğümüz şekilde muktedirlerin inanışlarına bağlı kalmadan sadece Allah'ına ve aklın üstünlüğüne kendini adamış bir imam ilk başta düşünüldüğünde normal sayılmalıydı. Ama ülkemizdeki Diyanet ekseninde yaratılan devlet dininin getirdiği bir sonuç olarak bunların dışında daha çok memur görevi gören imamlar yüzünden Selman Bulut da bahsettiğimiz her ayrıntı bize o kadar yabancı geliyor ki, bu durum başlı başına zaten bir film-kitap-tez konusu. Bundan önce The İmam filmiyle biraz da olsa ayrıksı imam portresi çizilmeye çalışılmıştı ama genel anlamda etkisiyliğiyle pek de gündeme gelmemişti. İtirazım var ile daha vizyona çıkmadan 18 yaş yasağı ile gündeme bomba gibi düşmüş ve bütün yaratacağı tartışma ortamını başlatmış bulundular. Bu ülkede yüzyıllardır tabu olarak görülen dinin eleştirilimemesi durumu halen devam etmekte. İtirazım var bu kısır döngüye ne kadar hizmet edeer bilinmez ama sinemasal anlamda son dönemlerin en iyilerinden belki hatta en iyisi denilebilecek bir yapım İTİRAZIM VAR. 18 yaş yasağı ile aslından bazıların rahatına çomak sokmuş olduğunu çok iyi anlıyoruz.Öyleki perdede görülen hiçbir şey akşamları ana haber bültenlerinde görülenlerden fazla değil.Eger buna verilen yasak dogru kabul edilirse  o haber bültenleri en az 35 yaş sınırı olmalı çok net.


İtirazım var yediden yetmişe herkesin görmesi gereken ve üstüne düşünmesi gereken bir film. İyi filmler için denilir "başladığı zaman değil bittiği zaman başlayan filmler diye". İste İtirazım var da böyle bir film, ekran kararıp ışıklar açıldığı zaman insanın kafasında tekrar başlamalı. Bu izlediğim neydi, ne anlatıyordu soruları yanıp sönmeli. Bu soruları sorduruyorsa film, sinemanın sanatsal amacına ulaşmıştır demektir. Belki düşünmenize yarar filmde geçen oldukça düşündüren aforizmalar da şöyle;


--komşusu açken tok yatmamak için zengin mahallesinde oturmak
--insan sadece suçluyken kaçmaz. bazen suçlandığın için de kaçarsın. ama bir kere kaçmaya başladıysan, bir şeyleri de muhakkak kaçırırsın elinden.: bazen gençliğini kaçırırsın, bazen geleceğini, bazen de aklını
oysa hakikat akılla ya da başka bir şeyle kavranılmaz; hakikatin ancak parçası olunur. bunun için kurtul: geçmişinden... geleceğinden... aklından... kainatta ne varsa şu anda oluyor görmüyor musun? sadece burada, sadece şimdi. gözlerini kapa, kalbini aç, aklını da bırak gitsin... akıl dediğin şey, kafanda koca bir ağırlıktan başka ne ki?
--verdiğiniz şey canınızı yakmadıkca vermiş sayılmazsınız
--Gece aç yatıp, sabah kılıç kuşanmayanın aklından şaşarım
--Hükümette tanığım olsa, kredi almaktan neden utanayım
--Bu fıkıh Ali’yi hançerleyenlerin fıkıhıdır
--Boks insanı insana döve döve anlatma sanatıdır
--Günahla irtibatı kesilen insan kemale eremez
-- Supermen: keşke herkes senin gibi olsa imam, o zaman hiç günah işlenmezdi.
     Selman bulut: yanlış, o zaman insanlık bu hale gelmezdi. günah işlenmese medeniyet ilerlemezdi.



Eski zaman olur ki

$
0
0
Süt kardeşler filmi oyuncuları okuma provasında.


Yasak bölge yakında sinemalarda

$
0
0
Yasak Bölge
(Brick Mansions)

Gösterim Tarihi: 16 Mayıs 2014
Dağıtım: UIP Filmcilik
İthalat: TMC Film
Yönetmen: Camille Delamarre
Yapımcı: Luc Besson
Oyuncular: Paul Walker, David Belle, RZA

PRODÜKSİYON HAKKINDA
Distopik Detroit’te, bir zamanlar yuva olan terk edilmiş evler, şimdi şehrin en azılı suçlarının barınağı olmuş. Bunlar Brick Mansions (Tuğla Evler) olarak bilinen amansız, mahşeri ev projeleridir. Her yere yayılmış suçu kontrol altına alamayan yetkililer Tuğla Evlerle duvar örerek, şehrin geri kalanını kanun tanımaz, gaddar, dejenere suçlulardan koruyacaklarını düşünüyorlardı.
Tuğla Evlerde, sadece en güçlü olan hayatta kalır. Bu kurtlar sofrasında, RZA’nın canlandırdığı acımasız, kibar ve ölümcül uyuşturucu kralı Tremaine, yiyecek zincirinin en tepesinde bulunuyor. Kısa bir süre önce gerçekleştirdiği soygunlardan biri onu Paul Walker’ın canlandırdığı sivil polis memuru Damien Collier’in ilgi odağı haline getirdi. Aslında Tremaine ve Damien’in bir geçmişi var ve adalet ile intikam arasındaki çizgi jilet inceliğinde. Damien için, her gün yolsuzluğa karşı yeni bir savaştır ve ilk bakışta açıkça görülmese de, Tuğla Evlerin son iyi sakinlerinden biri olan, David Belle’in canlandırdığı Lino ile alışılmadık bir müttefik bulur. Tuğla Evlerin asla kestirilemeyen ve tehlikeli beton ormanında sıkışıp kalan Lino her gün dürüst bir hayat yaşama savaşı vermektedir. Tek kelimeyle acımasız olan Lino, daha iyi bir toplum için savaşmaktadır.
Damien ve Lino’ nun ilk görüşmelerinden sonra, farklılıkları galip gelir ve müttefik olma düşüncesi neredeyse imkansız gibi görünür. Ta ki ortak bir düşmanları olduğunu fark edene kadar... Bu düşman Tremaine’dir.
İkili tamamen farklı dünyalardan gelmektedir, öyle ki yolların daha önce kesişmiş olması imkansızdır. Ancak Tremaine’in Lino’nun kız arkadaşını kaçırmasıyla ikisini birlikte çalışmaya zorunlu bırakan adrenalin yüklü olaylar zinciri başlar. Damien hiç istemese de bu korkusuz, akrobatik eski hükümlünün yardımını kabul eder ve ikisi birlikte tüm şehri yakıp yıkacak şeytani bir planı durdurmaya girişir. Bu süreçte, ilk başta farkına varamadıkları daha fazla ortak noktaları olduğunu keşfederler. İsteksizce birbirlerine karşı duydukları saygı, Tuğla Evlerin içinde ve dışında olup bitenlerin göründüğü gibi olmadığını fark etmeye başlamalarıyla dostluğa dönüşür.
Brick Mansions Fransa’da çok sevilen District B-13ve District 13: Ultimatum filmlerinden uyarlandı. Heyecan verici Parkur numaraları bu filmleri çoğu aksiyon filminden ayrı bir yere koyar, özellikle disiplinin eş kurucularından biri olan David Belle filmlerde rol aldığı için. Parkur, ya da engelleri aşmak için sadece insan bedenini kullanarak bir ortam içinden mümkün olduğunca süratli ve etkin şekilde geçme sanatı, bir dizi fiziksel iş olarak daha çok bir zeka oyunudur. Bu konseptin District B-13 ve District 13: Ultimatum filmlerini yazıp yöneten ve Taken ve The Transporter gibi insanı hop oturtup hop kaldırtan filmlerle inanılmaz başarılara imza atan Luc Besson için ne kadar heyecan verici ve zorlayıcı bir bileşim olduğu ortaya çıktı. Hikayenin İngilizce yeniden anlatımının zamanı geldiğinde, Besson Camille Delamarre’a ulaştı.
Kariyerine editör olarak başlayan ve Brick Mansions ile ilk yönetmenlik deneyimini yaşayan Delamarre ilk filmlerin hayranıydı ve hitap ettiği kitlenin tüm dünya olduğunu dile getirmekteydi.
“District B-13ve District 13: Ultimatumtüm dünyada büyük başarı kazandı. Bu filmler hakkında ABD, Kanada veya Fransa’da pek çok kişiyle konuştum, filmler çok güzel geribildirimler aldı ve çok rağbet gördü. Yani bir Amerika uyarlamasını yapmamız şaşırtıcı değil,” şeklinde konuştu.
Delamarre filmi geliştirmenin başlangıç safhalarında Besson’la yakın işbirliği içinde çalıştı ve usta film yapımcısının ona güvenine ve kılavuzluğundan büyük feyzler aldı.
Delamarre, “Luc’la çalışmak büyük keyifti. Ona çok büyük saygı duyuyorum ve ondan çok fazla şey öğrendim. Ön prodüksiyon aşamasında birlikte senaryoyu gözden geçirdiğimiz iki gün geçirdik.Bana filmi ilk yazdığı zamanki vizyonunu ve ne beklediğini anlattı. Hikayenin belli kısımlarını daha da geliştirdik; fikirlerim konusunda da çok teşvik ediciydi. Onunla bu kadar yakından çalışmak benim için inanılmaz bir fırsattı” diye anlatıyor.
Esasında, bu ilişki tüm prodüksiyon boyunca sürdü. Filmde yapımcı olarak Besson’ın adının geçmesi, ilk kamera arkası deneyimini yaşayan Delamarre’i içini rahatlatmıştı. “Tüm süreçte son derece destekleyiciydi, ki bu benim için adeta sihirli bir iksirdi. Prodüksiyon tarafında, soracağım her soruyu yanıtlamak veya her sorunu çözmek için oradaydı” diye ekliyor.


OYUNCULAR HAKKINDA

Birçok yardımcı roldeki performansıyla tartışmasız mükemmel bir ekran yüzü olmasının yanı sıra izleyicilerin ve sektörün önde gelenlerinin dikkatlerini çeken PAUL WALKER (Damien Collier) esas çıkışını 2001 yılının hit filmi Hızlı ve Öfkeli’de canlandırdığı sivil polis Brian O’Conner rolüyle yaptı. O günden bu yana, Walker çeşitli gişe filmleri, dram rolleri ve yapımcı kimlikleriyle başrole giden yolunu sağlamlaştırdı.
2013 yazında Walker Vin Diesel ile kamera karşısına geçtiği Fast Six filmi ile bir kez daha Sivil Polis Brian O’Conner olarak beyaz perdedeki yerini aldı. Şimdiden Hollywood’un kârlı film serilerinden biri olarak kabul edilen filmin beşincisi, gerek ülkesinde 86,2 milyon $ kazanç getirerek 2011’in en büyük sinema açılışına da imza attı, film dünya çapında da benzer bir başarı elde etti. Film aynı zamanda Universal için de en yüksek haftasonu açılışına imza attı (ve böylece Jurassic Park’ın rekorunu kırdı). Walker 2013 yılı Kasım sonunda bir araba kazasında trajik bir şekilde hayatını kaybettiğinde, Hızlı serisinin sonuncusu Hızlı ve Öfkeli 7’yi çekiyordu. Hızlı ve Öfkeli 7 2015 yılında vizyona girecek.

Normandiya doğumlu DAVID BELL (Lino Dupree) atlet, dağcı ve dövüş sanatları heveslisi olarak büyüdü. Her ikisi de Fransız askeri itfaiyesinde profesyonel kurtarma görevlisi olan babası ve dedesi onun spora olan tutkusuna ilham verdi. David kara kuşak kazandığı kung fu eğitimi alarak çevikliğini ve fiziksel kabiliyetlerini mükemmel hale getirmeyi öğrendi. David’in spordaki hedefi her daim ‘ötesine gitmek’tir.
David Yamakasi olarak tanınan küçük bir grubun liderliğini yapmanın yanı sıra, bir hareket sanatı ve her « izleyici » nin uzmanlaşmak için şehir içindeki bir binayı bir engel materyali olarak kullandığı bir disiplin olan Parkurun eş kurucusu oldu. Babasının normal çalışma rutininden ilham aldığı Parkur, içinde sıçramanın, tırmanmanın ve koşmanın zorlayıcı bir bileşimini barındıran bir ‘sokak sanatı’ formu olarak kabul edilmektedir.
Müzik videolarında, kısa filmlerde, TV filmlerinde ve uluslararası reklamlarda oynadığı çeşitli rollerden sonra, Luc Besson Yamakasi (2001) filmi için David’le sözleşme yaptı. David eski grubuyla yaşadığı karmaşıklıklar nedeniyle projede yer alamasa da, Luc’la başlayan yeni ilişkisi yeni yeni filizlenmeye başlayan kariyeri için çok önemli bir atılım oldu.
David’in sinemadaki asıl patlaması Franck Nicotra’nın Engremage (2001) filmi oldu ve bunu Brian De Palma’nın Femme Fatale, Olivier Dahan’ın Intervention Divine dElia Suleiman (2002) ve aktör Cyril Rafaelli ile tanıştığı Les Rivieres Pourpres 2(2004) izledi, bu filmde tanıştığı Rafaelli daha sonra yapımcılığını Luc Besson’un yaptığı Luc Morel’in tartışmalı Banlieue 13 (2004) filminde partneri olacaktı.
Filmin başarısı ve David’in önemli rolü onun Fransız ve uluslararası izleyicilerin karşısına çıkmasını sağladı.
Bu başarıyı, Louis Leternier’in Le Transporteur 2filmindeki yardımcı rolü ve Matthieu Kassovitz’in fütürist gerilim filmi Babylon A.D.’ye (2007) dahil olması izledi; David bu filmdeki Parkur sahnelerinin koreograflığını da üstlendi. David ve atletik kabiliyetleri, Youtube’da 50 milyonun üzerinde tık aldı. Sam Raimi ile Örümcek Adam serisinin üçüncü filminde dövüş sahnelerinde Örümcek Adam kostümünü giymek üzere sözleşme imzaladı. Ancak Patrick Alessandrin’in Banlieue 13: Ultimatum (2009)serisindeki rolü ile zamanlama sorunları nedeniyle süper kahraman rolünü oynayamadı.
Bu sırada yapımcı Jerry Bruckheimer da onunla sözleşme yaptı. David ile çekimleri İngiltere Pinewood Stüdyolarında yapılan, Mike Newell’in Prince of Persia (2010) filmi için Parkur’da Jake Gyllenhall’a eğitim vermek üzere, eğitimin Banlieue 13: Ultimatum çekimleriyle çakışmaması koşuluyla- anlaşma yapıldı. David dövüş koreografisinin büyük kısmını geliştirdi ve ayrıca özellikle Parkurun atletik gereklilikleri için oluşturulan dekorların hazırlanma aşamalarına da katıldı.
Bir sonraki yıl, David, Zoe Saldana ile Olivier Megaton’un Colombiana (2011) ve başrollerini Robert De Niro, Michele Pfeiffer ve Tommy Lee Jones’un paylaştığı Luc Besson’un The Family (2013) filmleri için kamera karşısına geçti.


GOUCHY BOY (K2) Jon Voight’tan (Second String) John Hurt’e (New Blood) Hollywood’un efsaneleri ile kamera karşısına geçti. Gouchy Boy, David Cronenberg'ün Cannes adayı filmi Cosmopolis’te Robert Pattinson ile bir limuzini paylaştı ve Maximum Conviction’da Steven Segal ile başabaş bir mücadeleye girişti. Gouchy Boy'un kamera karşısına geçtiği filmler arasında John Moore'un Max Payneve yönetmenliğini Tony Goldwyn’in The Last Kiss’i de bulunuyor. Ayrıca TV dizisi “XIII”te de Val Kilmer’ın yardımcısını canlandırdı.
Oyunculuk, başarılı bir albüm sanatçısı olan Gouchy Boy’un kanına müzikal kariyerinin başlarına girmişti ve o gün bugündür de bu kariyerini sürdürüyor. Bir genç olarak bu dramatik dönüş Gouchy Boy’u oyunculuk sanatına yöneltmeseydi, sonraki yaptıkları çok farklı olabilirdi. Gouchy Boy esas çıkışını başrolünü Mario Van Peebles’ın oynadığı Highlander: The Final Dimension ile yaptı; bu film Gouchy Boy’a Montreal, Quebec’in belalı ortamında çetelerin cirit attığı bir yaşamdan çıkış yolu sağladı.

Kolombiya doğumlu CATALINA’nın (Lola) kariyeri, Luc Besson’un yazıp yönettiği Gerard Krawczyk’in Fransa’da gişe rekorları kıran filmi Taxi 4 ile başladı. 2008 yılında kadın başrol oyuncusu olarak Olivier Van Hoofstadt’ın Go Fast filminde Roschdy Zem’le birlikte kamera karşısına geçti; bu filmde iki taraflı çalışan casus rolünü oynadı. Daha sonra Pascal Bourdiaux’un Mac ve Herve Renoh’un Coursier filmlerinde rol aldı ve her iki film de Fransa’da ve dünyada büyük bir ticari başarı elde etti. 2011 yılında, Frederic Jardin’in Sleepless Night filminde Tomer Sisley ile kamera karşısına geçti.



Uzun yıllar CAMILLE DELAMARRE (Yönetmen) uzun metrajlı filmlerde, müzik videolarında ve reklamlarda editör olarak çalıştı. Son uzun metrajlı filmlerinden bazıları Taken 2, Transporter 3 ve Colombiana. Brick Mansions onun ilk uzun metraj yönetmenlik denemesi.
LUC BESSON filminsenaryosunu Bibi Naceri ile birlikte  Banlieue 13 filminden yola çıkarak yazdı. LucBesson sinema kariyerine 1977 yılında, Fransa’da ve ABD’de birçok projede yardımcı yönetmenlik yaparak başladı ve zaman içinde kendini uluslararası alanda etki yaratan çok az sayıdaki Fransız yönetmen ve yapımcısından biri olarak konumlandırdı.
2000 yılında, 53. Cannes Film Festivali’nde Jüri Başkanı oldu ve böylece festival tarihinin en genç jüri başkanı unvanını aldı.
Sonraki beş yılın büyük bölümünü prodüksiyona ayırdı. On yıl önce EuropaCorp’u kurduğundan bu yana, stüdyo Avrupa film sektörünün en büyük stüdyolarından biri oldu.
2005 yılında, Angel-A ve ertesi sene yazdığı kitaptan uyarladığı ilk animasyon filmi Arthur and the Invisible ile yönetmenliğe geri döndü. Bu animasyonu iki animasyon filmi daha izledi: Arthur and the Revenge of Maltazard (2009) ve Arthur 3: The War of the Two Worlds.
Yakında başrolünde Scarlett Johansson’un oynadığı bir sonraki filmi Lucy’nin prodüksiyonuna başlayacak.
Yönettiği filmlerin yanı sıra, Luc Besson uzun metrajlı filmler için yirminin üzerinde senaryo yazdı. Bunlar arasında Taxiserisi ve en son bugünden itibariyle Amerika’da tüm Fransız filmleri arasında en büyük gişeyi yapma iddiasını taşıyan Taken 2 var.



Son üç gün sinemalarda

$
0
0

Bu kalbinizi durduracak aksiyon filminde, Kevin Costner’ı uluslararası bir casus rolünde izliyoruz.
Costner’ın canlandırdığı Ethan, ailesini işinin gerektirdiği tehlikelerden korumak isterken, onlarla arasına
mesafe koymuştur, ama artık bu işleri bırakıp uzak kaldığı eşi ve kızıyla arasını düzeltmek istemektedir.
Ancak önce son bir görevi tamamlaması gerekir, ancak bunu yaparken bir yandan karısı şehir
dışındayken on yıldır ilk defa kızına bakmak, bir yandan da dünyanın en azılı teröristini yakalayıp avlamak
zorundadır. Son 3 Gün’ün başrollerinde Kevin Costner’ın yanı sıra, Hailee Steinfeld, Johnny Depp’in yeni
sevgilisi Amber Heard ve Connie Nielsen de rol alıyor. Filmin senaristi Luc Besson ve Adi Hasak,
yönetmeni ise McG.

PRODÜKSİYON NOTLARI
Yönetmen McG’nin aksiyon ve gerilimi muhteşem bir biçimde harmanladığı Son 3 Gün filminde, Ethan
Renner kurnaz, tehlikeli, yarı emekli bir ajandır. Hayatı boyunca kötü adamları ortadan kaldırmakla, kızı
ve karısından daha fazla ilgilenmiştir. Amber Heard tarafından canlandırılan esrarengiz Vivi ona
reddedemeyeceği bir teklif yapar, bunun üzerine Ethan hem kızıyla ilgilenmek, hem de dünyayı
Avrupa’nın en tehlikeli teröristinden korumak zorunda kalır. Daha önceki filmleri Charlie’s Angels ve This
Means War’da olduğu gibi yönetmen McG uluslararası casusların kişisel dünyasına dalıyor, bu defa
Paris’te ailesiyle tekrar bir bağ kurmaya çalışan tecrübeli bir ajanın gözünden. Film kahraman ajanların
aile ve iş hayatlarının ardındaki gerçeklere de ışık tutuyor. Ethan işiyle ilgili ne yapacağını çok iyi
bilmesine rağmen söz konusu ergen kızı olunca ne yapacağını bilemiyor. Bir yandan büyük bir felaketi
engellerken, diğer yandan kızının saç kriziyle uğraşması gerekiyor. Bu sahneler de filme mizah katıyor.
Filmin bir başka enteresan tarafı Paris’te geçmesi, ne de olsa senaryosu efsanevi Fransız yönetmen /
yapımcı Luc Besson’un elinden çıkmış. Filmin Paris’te çekilmesi filme bambaşka bir tat katmış. Pinema
Filmcilik’in dağıtımıyla, 2 Mayıs 2014’te vizyonda.

Kevin Costner 
Kevin Michael Costner, 18 Ocak 1955 tarihinde Kaliforniya’da doğdu. Sharon 
Rae ve William Costner çiftinin oğlu olarak doğmuştur. 1978 yılında “California
State University” işletme fakültesinde pazarlama ve finans üzerine lisans
okudu. Oyunculuk yapmaya henüz küçük yaşlarda istekli olan Costner,
kiliselerde şarkı söyleyerek, kamyon ve otobüs şoförlüğü yaparak ve bunun
dışında bir çok iş de yaparak para kazanmaya çalıştı. 1981'de yönetmenleğini
Jim Wilson'ın yaptığı "Stacy's Knights" filmi ile ilk kez sinemaya adım attı.
Empire tarafından tüm zamanların gelmiş geçmiş en iyi 100 aktörü arasında 27.
seçildi. "The Big Chill", "Testament", "Fandanga", “Amerikan Flyers", "The Untouchables", "No Way
Out" gibi bir çok filmde yer aldı. “Dances With Wolves”, “Bodyguard” gibi filmler ise Kevin Costner'ın
oyunculuk alanında önemli filmleri oldu. Hatta Amerikan yerlileriyle karşılaşan bir süvariyi
canlandırdığı "Dances With Wolves" filmi 12 dalda Oscar'a aday oldu ve tam 7 dalda oscar aldı.

Amber Laura Heard 
22 Nisan 1986 Teksas doğumlu, Amber Laura Heard sinema kariyerine ek olarak
aynı zamanda mankenlik de yapmaktadır. Film kariyerine 2004 yılında Never
Back Down/Asla Pes Etme filmiyle adım attı. Zombieland, The Joneses/Örnek
Aile ve And Soon the Darkness , John Carpenter'ın yönetmenliğini yaptığı The
Ward/Koğuş Nicolas Cage ile Drive Angry/İntikam Yolu, Johnny Depp ile The
Rum Diary /Tutku Günlükleri gibi filmlerde rol almıştır. Maxim dergisinin en seksi
100 kadın yarışmasında 21.sırada yer alıyor.

Gündeme dair; Bu filmi daha önce görmüştük

$
0
0
Malumunuz ülke olarak oldukça acılı dönemden geçiyoruz. Kelimelerin anlamsız geldiği bu noktada ölenleri geri getirmeyeceğini bilmenin üzüntüsüyle sadece ileride bunları yaşamamak adına bir iki kelam etmek gerek. Aslında bu yaşananlar ilk değildi. Hem maden faciası olarak hem de muktedirlerin sistematik katliamları olarak. Uzun uzadıya anlatmak için ne bu sayfa yeter ne de zaman. Soma üzerine yazılanları okurken bir yorum dikkatimi çekti. Aslında son zamanlarda bütün yaşadıklarımızı özetliyordu. "Bu artık devletsiz bir milletin çetelerle mücadelesidir." gerçekten de öyleydi. Artık tek umudumuz başımızdakinin tarihteki muadillerinin sonları gibi yaptığı işin fıtratında olan sonu yaşamasıdır.

Evet dediğimiz gibi bu yaşadıklarımız ilk değildi. Sinema gibi sonsuz görsel ansiklopedimizde yaşadıklarımızın bire bir aynısı örneklere sahibiz. Maden faciası sonrası hemen hemen herkesin aklına gelen iki filmden biraz bahsedelim. İlki sinema tarihimizden 1978 yapımı Yavuz Özkan yönetmenliğinde Cüneyt Arkın ve Tarık Akan'ın başrollerinde dönemin Antalya altın portakal film festivalinde en iyi film,en iyi erkek,kadın ve yardımcı kadın oyuncu ödüllerini alan Maden filmi. 80 darbesine doğru siyasal tarihimizdeki 60 demokrasisi denilen o en çalkantılı ve bence o dönemi yaşamadım ama şimdiye kıyasla en onurlu yıllarında, Türk sinemacıları sinema sanatının var olma amacını yerine getirerek toplumsal olaylara kayıtsız kalmadan toplumsal belleğimize bu filmi kazandırdı. Film; kötü koşullar altında çalışan maden işçilerini bilinçlendirerek patronlara karşı birlik olmayı çabalayan devrimci İlyas'ı (Cüneyt Arkın) anlatır.O sıralarda göçük altında kalan işçilerin etkisiyle diğer işçilerde yavaş yavaş sendika bilinci oluşmaya başlar. Bunun üzerine işçilerinin biraz da olsun dikkatini dağıtmak için madenin sahibi kapitalizmin en büyük silahı yani eğlenceyi kullanarak şehre lunapark getirtir. İlyas ve Nurettin(Tarık Akan) bilinçlendirme faaliyetlerini yürütürken çalışma koşullarını düzeltmek için imza kampanyası düzenlerler. Tabi bu durum patron sahiplerinin işine gelmez ve İlyas'a suikast düzenleme noktasına kadar gelirler. Bundan sonra işçilerin dayanışması iyice artar ve İlyas'ın göçük altında kalmasıyla zirveye ulaşır,sonuç olarak greve giderler. O döneme göre oldukça sıradan gelebilecek ama şimdi düşününce neredeyse ütopik görünen bu hikaye döneminde takdir toplamış ve alkışlanmıştı. Sanki gelecekten bir filmden bahsediyormuşuz gibi şuanki bize ne kadar uzak görünüyor bu hikaye. Patrona karşı çıkma,mücadele,grev ve kazanma. Tekrar tekrar izlenilesi ve ders alınası bir başyapıt.



Diğer akla gelen film ise Emile Zola'nın aynı adlı romanından beyazperdeye aktarılmış Germinal. Zola'nın ölümünden sonra Germinal, tartışmasız onun en iyi eseri olarak atfedilmiştir. Cenazesinde işçiler toplanmış ve Germinal! Germinal! diye bağırdıkları rivayet edilir. O zamandan itibaren kitap işçilerin çalışma şartlarını sembolize eder duruma gelmiş ve madenci sınıfı kültüründe önemli bir kilometre taşı olmuştur.1993 yapımı Gerard Depardieu ve Renaud'un başrollerinde oynadığı versiyonu tıpkı Maden gibi tekrar tekrar izlenilesi, Zola'nın başyapıtı da şiddetle okunasıdır.


Merak edip izlemek isteyenler için de buyrunuz.


Maden - Tarık Akan & Cüneyt Arkın (1978 - 90dk) | Alkışlarla Yaşıyorum

Christian Marclay’in 24 Saatlik Sinematik Başyapıtı Salt Beyoğlu'nda

$
0
0
Christian Marclay’in 24 Saatlik Sinematik Başyapıtı

The Clock 9 Mayıs’ta SALT Beyoğlu’nda açıldı.



SALT’ta Sergi: The Clock
Christian Marclay






9-25 Mayıs
SALT Beyoğlu, Açık Sinema





Sanatçı Christian Marclay’in 2010 tarihli sıradışı video işi The Clock [Saat], 9-25 Mayıs tarihlerinde
SALT Beyoğlu’nda 24 saat boyunca izlenebilecek.

Marclay, The Clock’ta sinema tarihinden zamanın akışına vurgu yapan binlerce sekans kullanır. Kol saati, saat kulesi, çalar saat, hatta guguklu saat görüntüleri orijinal içeriklerinden çıkarılıp kronolojik olarak 24 saatlik gerçek zamanlı bir kurgu şeklinde yeniden düzenlenmiştir. Çok sayıda sinemasal dönem, kurgu, stil ve türün sıralandığı The Clock, birbirinden farklı bu film kesitlerini, zamanın durmak bilmez ilerleyişinin işin hikâyesine dönüştüğü anlamlı bir bütün hâlinde bir araya getirir.

Yerel saate göre işleyen The Clock, bir görüntü deposu olarak her bir dakikayı, ağır dramdan Hollywood türü gerilime, alelade bir iş gününden büyük bir aşka çeşitli sahnelerle göz önüne serer. Ayrıca, gerçek bir saat gibi işleyerek izleyicilere o an günün hangi saatinde olduklarını gösterir. The Clock, dakika dakika sonsuz bir çelişkiyi; zamana kimsenin hükmedemeyeceğini anımsatır.

Üç yıllık yoğun bir araştırma ve çalışmanın ürünü olan iş, “zamanımızın başyapıtı” (The Guardian) ve “tek kelimeyle vurucu” (The Huffington Post) olarak nitelendirildi; 54. Venedik Bienali’nde Altın Aslan ödülüne layık görüldü.

The Clock bugüne dek Londra, New York, Kudüs, Ottawa, Seul, Venedik, Moskova, Toronto ve Los Angeles gibi kentlerde sergilendi. İlk gösterimi Ekim 2010’da Londra’da White Cube’de gerçekleştirilen iş, Ocak 2011’de New York’ta Paula Cooper’da yer aldı. O tarihten bu yana, 2011’de Illuminationssergisi kapsamında 54. Venedik Bienali ile British Art Show: 7 kapsamında Hayward Gallery, Los Angeles County Museum’da (LACMA); 2012’de New York’ta Lincoln Art Center’da; 2013’te San Francisco Museum of Modern Art (SFMOMA) ile New York’ta Museum of Modern Art’ta (MoMA) ve son olarak Guggenheim Bilbao’da (18 Mayıs’a kadar) gösterildi.


Christian Marclay’in işleri, son 30 yıl içerisinde dünya çapında birçok kurumda sergilendi. 2003’te Los Angeles’ta UCLA Hammer Museum tarafından gerçekleştirilen retrospektif sergisi, Kuzey Amerika’da başka kültür kurumlarının yanı sıra Fransa, İsviçre ve Birleşik Krallık’a taşındı. Sanatçının video işlerine odaklanan ve 2007’de Paris’teki Cité de la Musique tarafından hazırlanan Replay adlı gezici sergi, 2008’de Montreal’da DHC/ART’ta açıldı. 2010’da Whitney Museum of American Art, Marclay’in “grafik notaları”nın farklı performanslarla müzisyenlerin yorumuna açıldığı Christian Marclay: Festival adlı kişisel bir sergi düzenledi.

9-25 Mayıs tarihlerindeki The Clock gösterimi boyunca SALT Beyoğlu’nun giriş katı 24 saat açık olacak. The Clock, gösterim için mekânsal açıdan yeniden düzenlenen Açık Sinema’da yer alıyor. SALT Beyoğlu, Pazar 18.00’den Salı 12.00’ye kadar kapalıdır.


The Clock, Christian Marclay.
Paula Cooper Gallery (New York) ve White Cube (Londra) izniyle



ŞEKER PORTAKALI 23 Mayıs'ta Vizyona Giriyor

$
0
0
  • Vizyon Tarihi:23 Mayıs 2014
  • Yönetmen: Marcos Bernstein
  • Oyuncular: :  Joao Guilherme de Avila, José de Abreu
  • Yapımcı: Katia Machado
  • Senaryo: Marcos Bernstein, Melanie Dimantas
  • Görüntü Yönetmeni:Gustavo Hadba
  • Kurgu:Marcelo Moraes
  • Müzik: Armand Amar
  • Yapım Yılı: 2012
  • Ülke: Brezilya
  • Süre:99 dk.
  • Dağıtım: M3
  • İthalat: Calinos Films

Tüm dünyada 16 dile çevrilerek 19 ülkede milyonlar satan, 20. yüzyılın başyapıtlarından biri olarak kabul edilen Şeker Portakalıromanından uyarlanan MY SWEET ORANGE TREE / ŞEKER PORTAKALI, sevgiyi kendisi bulmak zorunda kalan ve günün birinde acıyı keşfeden küçük bir çocuğun öyküsünü anlatıyor. Film 23 Mayıs'ta vizyona giriyor.
Filmin konusu:
Brezilyalı yazar José Mauro De Vasconcelos'un çocukluğundan derin izler taşıyan hikayede, çok yoksul bir ailenin oğlu olan Zezé, hayatın karşısına çıkardığı sarsıntı ve zorlukları hayal gücünün yardımıyla, yazarak aşabileceğini keşfeder. Yeni taşındıkları evlerindeki portakal ağacı ise, artık en iyi arkadaşı olmuştur.



THE ANGRIEST MAN IN BROOKLYN

$
0
0


SİNOPSİS
Komedi esintileri taşıyan bir drama. THE ANGRIEST MAN IN BROOKLYN, en hafif tabirle mutsuz bir adam olan Henry Altmann'la (ROBIN WILLIAMS) başlar. Aşırı huysuz dış görünümüne karşın, Henry'nin bu sertliğinin ardında kesinlikle başka sebepler var. Bu "yaşam içinde bir gün" hikayesinde Henry Altmann'ın günü kötüleşmek üzere. Bir araba kazasının ardından kendini bir çılgınlığın içine soktuktan sonra, Henry bir doktorun muayenehanesinde sabırsız bir şekilde otururken, kendisi de kötü bir gün geçirmekte olan Doktor Sharon Gill (MILA KUNIS) onu kabul eder. Fazla çalışmış, duygusal açıdan tükenmiş ve doktorluğun gerçeği yüzünden hayal kırıklığına uğramış olan Sharon, Henry'de beyin anevrizması olduğunu açıklar. Henry'nin öfkesiyle ve ona ne kadar vaktinin kaldığını söylemesini isteyen bağrışlarıyla karşılaşan Sharon, aniden ona sadece 90 dakika ömrü kaldığını söyler. Haber yüzünden sarsılan Henry, muayenehaneden koşarcasına çıkarak Sharon'ı bir anlık muhakeme eksikliği ve hayal kırıklığıyla yaptığı şey yüzünden afallamış hâlde bırakır. Sharon onu yakalamak için dışarı koşar ama Henry ortada yoktur. Henry şaşkınlık içinde bu ani teşhisle boğuşurken, hayatta nefret ettiği şeyler ve hayatı boyunca incittiği insanların gittikçe büyüyen listesini düşünmeye başlar. Henry, erkek kardeşi Aaron'la (PETER DINKLAGE) konuştuktan sonra yanlışlarını düzeltip eşi Bette (MELİSSA LEO) ve oğlu Th

omas'a (HAMISH LINKLATER) karşı hatalarını telafi etmeye karar verir. Ancak ikinci şanslar için çok geç olduğunu fark eder. Eşi boşanmaya hazır. Kendinden uzaklaştırdığı oğlu ise telefonu bile açmıyor. Bu arada suçluluk duyan ve bir hastanın ölüm cezasıyla kapıdan çıkmasına izin verdiğini fark eden Sharon, yanlışını düzeltmek için çılgınca Henry'yi aramaktadır ama onun daima bir adım gerisindedir. Sonunda Henry'yi Brooklyn Köprüsü'nden atlamaya hazır bir hâlde bulur. Hem Henry hem de Sharon bütün günlerini, yaptıkları hataların peşinden koşarak ve işleri düzeltmeye çalışarak geçirirlerken film, kaderin cilveleri ve yaptığımız seçimlerin sonuçları hakkında açıklayıcı ve rastlantılara dayanan bir öykü anlatır. Daniel Taplitz'in yazdığı ve Phil Alden Robinson (Düşler Tarlası) THE ANGRIEST MAN IN BROOKLYN, bizleri dürüstçe şu teorik soruyla yüzleşmeye zorlar: "Hayatınızda önemli olan nedir? Sizin için önemli olan nedir?"


PRODÜKSİYON NOTLARI
Her birimizin tanıdığı bir Henry Altmann vardır. Çabuk öfkelenen, en küçük bir rahatsızlıkta şalteri atan biri. Ancak muhtemelen bizler de zaman zaman Henry Altmann'a benzer tavırlar göstermişizdir. Çoğu kişi kendine hâkim olsa da Henry nasıl davranılması gerektiği hakkındaki sözlü olmayan sayısız sosyal kuralı çiğner. Bazılarımız onun kurallara karşı bu umursamazlığını özgürleştirici bulsak da Henry sevdiği insanlara karşı davranışlarını daha çok umursamaya başlar. Tanımlanabilir bir karaktere dayanan THE ANGRIEST MAN IN BROOKLYN, aslında yapımcı Bob Cooper'ın dikkatine sunulan bir İsrail filminden doğdu. Cooper; HBO Pictures, Tri-Star ve Production of Dreamworks'ün başkanı olduktan sonra ve Landscape Entertainment'ı yaratmadan önce yıllardır Steven Spielberg'e bağlı olarak yapımcılık yapıyordu. Yapımcı arkadaşı Dan Walker filmin konusunu anlatınca, Cooper hemen kendisine 92 dakika sonra öleceği söylenen bir adamın benzersiz bakış açısını yakalama fikrine kapılır. Cooper şöyle der: "Bu fikri benimsedim çünkü arkasındaki içerik gücünü anladım. "92 dakika veya 92 yıl yaşarsanız, bunlar zamandaki, sonsuzluğa komşu olan küçük anlardır. Öfke, kıskançlık, boş işler ve çekişmeyle zaman harcamamamız gerektiğini düşünürsünüz." Ama bunları yaparız. Bu film önceliklerimizi doğru belirlemediğimizi ancak bu adamın dakikalar içinde neyin önemli olduğunu bulması gerektiğini gösteriyor çünkü ilelebet dünyada kalmayacağını kesin olarak biliyor. "Dan Walker ve Bob Cooper arasındaki konuşmadan yapımcıların filmi çekmeye başlamasına kadar 12 yıl geçti." Daha önce yabancı bir ülkeye ait bir filmin uyarlanmasında senarist Dan Taplitz'le çalışmış olan Cooper'ın, Taplitz'in bu yeni projenin arkasındaki konseptin Amerika'da ve bütün dünyada tutmasını sağlayacak bilgiye sahip olduğuna güveni tamdı. Sadece film hakkındaki bilgiyi okuduktan sonra bile, anlatabileceği hikaye Taplitz'in ilgisini çekmişti. Taplitz şöyle demişti: "Bir adamın muayenehaneye gidip iki saatten az ömrü kaldığını öğrenmesi fikri çok hoşuma gitti. Bana çok hitap etti çünkü yirmili yaşlarımdayken benzer bir deneyim geçirmiştim. Kanser olduğum ve altı ay ömrüm kaldığı söylenmişti. Şu anda hayatta olduğum ortada ama o anı asla unutmayacağım. O özel deneyim hakkında bir şey yazmayı hiç istememiştim ama bu film bana, hayatımın o kısmı hakkında bir şeyler söylemek için harika bir fırsat olur gibi geldi." Günde birkaç sayfa yazan Taplitz, dikkat çekmeye başlayan senaryoyu tamamladı. Anlatılan hikayeye daha büyük bir bakış açısı kazandırmak için Taplitz filmi anlatan üçüncü bir kişi kullandı. Taplitz şöyle demişti: "Hikayeyi güçlendiren o eldeki malzemeyle uyumlu olduğunu gördüğüm bir teknikti". Taplitz'e göre her erkek Henry gibidir. Karakteri ilişkilendirilebilir kılan özellikleri ve kusurları ortaya çıkarmak onun için çok önemli. "Henry herkesin hissettiği şeyleri bir üst boyuta taşıyor. Duyguları bu çevredeki her şey tarafından, küçük aşağılanmalar tarafından tetikleniyor. Ama o tetiklenmeler herkeste mevcut. Sadece çoğumuz onları yutup yaşamımıza devam ediyoruz." Taplitz'in senaryosu ve karakteri geliştikten sonra, Akademi Ödülü® adayı yönetmen Phil Alden Robinson projeye dâhil oldu. Robinson, Taplitz'in senaryosunu iki yıldan fazla bir zaman önce okumuş ve hissettiği duyguların paralelliği onu anında cezbetmişti. Robinson, "Henüz belki üç sayfa yazmıştım ki neredeyse gözyaşları içinde gülmekte olduğumu fark ettim" demişti. "Gittikçe güzelleşiyordu. Senaryoya âşık olmuştum ve bu filmi çekmek gerektiğini düşünüyordum."

Bu kadar öfkeli birini oynama fikri Williams'ı cezbetmiş. Williams bu konuda "Oldukça cesaret isteyen bir işti. İnsanlar bana 'Ne kadar tatlısın' diyor" demişti. "Ama bu adam tatlı değil. Öfkeli biri. Üstelik 90 dakika ömrü kaldığı söylendiğinde risk daha da artıyor. Benim açımdan Henry'yi oynamak büyük bir rahatlamaydı." Filmde Williams alaycılıktan fiziksel temasa kadar farklı öfke seviyelerini açıklıyor. Williams: "Oynadığım karakter yıllardır öfkeli. Oğlu öldükten sonra daha da kötü olmuş. Dibe vurmuş. Eşinin filmde dediği gibi, eskiden etkileyici ve pislikken artık sadece pisliğin teki. Ve artık hiçbir şey ona doğru gibi gelmiyor.
"Williams, Henry Altmann'ı geliştirmenin, "iç popo deliğini bulmada çok faydalı" olduğunu söylemişti. Bu kadar pişmanlık bilmeyen birini oynamak, Williams için çok özgürleştiriciydi çünkü "İnsanlar doğal bir hayatta kalma mekanizması olarak o yönlerini örtbas etmeye çalışırlar" demişti. "Ana kadronun her bir üyesi ya Akademi Ödülü'ne® ya da Altın Küre'ye® aday gösterilmiş veya onu kazanmıştı. Mitchell bir yapımcı olarak ortada öyle bir yetenekler topluluğu olduğunu hissetti ki geriye izlemekten başka bir şey kalmamıştı. Mitchell: "Hepsi harikaydı. Hepsi bu projeyi çok seviyor çünkü hepsi de uzun zamandır projenin içinde."
Robinson: "Henry'yle buluştuğumuzda konu, bir insanın yaşayabileceği en korkunç gün hakkında oluyor. Robin bu rolü çok güçlü bir dürüstlük, gerçekçilik ve açıklıkla oynuyor ve bunu izlemek harika." Duygusuz bir 90 dakika yaşam beklentisi teşhisiyle Henry'ye aklın alabileceği en kötü haberi verip dünyayı başına yıkan kişi de Mila Kunis'in canlandırdığı Doktor Sharon Gill.

Kunis de senaryoyla yıllardır ilgileniyor. Bunun birçok kişinin, hayatının bir aşamasında düşündüğü bir kavramın alışılmadık bir yorumu olduğunu düşünüyor. Robinson: "Sharon bezgin, fazla çalışmış, çok gergin ve genç bir doktor. Yaşamı, Henry'nin yaşamıyla iç içe geçiyor. Hayatının bu en kötü gününde Henry'ye sırf muayene odasından çıkıp gitsin diye 90 dakika ömrü kaldığını söylüyor. Kunis: Bence o, iyi niyetli bir kız. Hep iyi niyetli olmuş ama yaşamına ve kariyerine bir zamanlar duyduğu tutkuyu kaybetmiş. Yanlış yola sapıp hatalı kararlar almış ve Henry'yle karşılaşana kadar kendisini nasıl toplayacağını bilememiş." Sharon ve Henry arasındaki ilişki, filmde anlatıldığı kadarıyla kriz hâlindeki iki kişi karşılaştığında nasıl olursa öyle. Bir hastasına bu kadar vurdumduymaz bir teşhis koyarak korkunç ve sorumsuzca bir hata yaptığını fark eden Sharon, Henry'yi bulup hayatını kurtarmak için bir yolculuğa çıkıyor. Kunis: "Bu deneyim sırasında, kulağa ne kadar ucuz gelse de Henry onu kurtarıyor ve kendisinin daha değerli olduğunu ona fark ettiriyor. Çünkü bence canlandırdığım karakterin senaryo boyunca bocaladığı sorun, daha iyisini hak ettiğine inanmaması. Henry'yi fiziksel olarak kurtarmaya çalışması, onun da Sharon'ı gerçek mutluluk yoluna sokması hikayeye çok güzel bir bakış açısı katıyor." Henry Sharon'ın yanından ayrıldıktan sonra ilk iş olarak, Peter Dinklage'ın canlandırdığı erkek kardeşi Aaron'la birlikte işlettiği hukuk firmasına gider. Önceleri Henry'nin aniden hayatı sorgulamaya başlamasıyla kafası karışan Aaron, ağabeyinin bu tuhaf davranışını Sharon Henry gittikten hemen sonra oraya gelene dek göz ardı eder. Sharon ona Henry'nin durumunu söyleyince Aaron'ın ağzı açık kalır ve geç olmadan Henry'yi bulma konusunda Sharon'la güçlerini birleştirir. Dinklage: "Aaron ağabeyinin onun için ne kadar önemli olduğunu, onu kaybetme ihtimali baş gösterdiğinde fark ediyor. Onu kanıksamış ve bence bu, hepimizin yaptığı bir şey. Birbirimize gerektiği gibi bağlanmıyoruz. Ağabeyinin yolculuğu, kendi hayatında neyi değiştirmek istediğini merak etmesini sağlıyor." Robinson: "İlk başlarda filmi Toronto'da çekmemiz önerilmişti. "Toronto'yu seviyorum. Harika bir şehir ama Brooklyn'in eşsiz bir yer olduğunu biliyordum. Mimarisi, Arnavut kaldırımlı taşları, yeni binaları, şehir yaşamı, sokaktaki insanların Hasidim'den rapçilere, Jamaikalı Rastafaryanlardan gençlere ve yaşlılara kadar uzanan çeşitliliğini başka bir yerde taklit edebileceğimi sanmam. Beni, filmi Brooklyn'de çekmeye iten de buydu. Filmdeki her sahnenin içinde Brooklyn'in hayatı var."

Film, seyircilere herkesin hayatında hatalar yaptığı, herkesin pişmanlıkları olduğunu ve herkesin kendi ölümlülüğünün farkında olduğu anlayışıyla evrensel bir seviyeden ulaşıyor. Pişmanlık karanlığında yaşamaktansa film kişisel bir telafinin hikayesini anlatıyor. Mitchell: "Bence herkes geriye dönüp hayatı üzerine düşünme fikriyle bağ kurabilir." Cooper: "Ve herkes hoşnutsuz, mutsuz olma ve değişmeye çalışma hissini anlayabilir. Bence insanlar bu karakterlerde kendilerinden gölgeler görüyorlar. Tıpkı hayattaki gibi, bazen acı çekerken gülmekten kendinizi alamıyorsunuz.
Umarım seyirciler filmi izlediğinde gülerler ve etkilenirler. Bu, bir şeyde mizah bulup sonunda etkilenmek demek."
Williams, seyircilerin filmi katartik bulmasını umuyor. Kunis de benzer şekilde seyircilerin filmden ilham almış ve mutlu bir şekilde çıkmasını umuyor. Kunis: "Umarım hayatlarını değiştirme ve onları daha iyi kişiler hâline getirecek kararlar alma isteğiyle çıkarlar."



Viewing all 348 articles
Browse latest View live