Quantcast
Channel: Sinema bir mucizedir...
Viewing all 348 articles
Browse latest View live

Hasta Siempré Comandante; Susturulamayan Che Şarkısı

$
0
0




“Çiçeklerimizi koparabilirler ama baharın gelişini engelleyemezler.”
Leila Khalid

Politik sinemanın öncü isimlerinden Yunan asıllı Fransız Costas-Gavras’ın 1972 yapılımı État De Siège filmi gösterildiği dönemin oldukça dikkat çeken yapımlarından biriydi. Bu filmden ve yazımıza konu olan sahnesinden önce Costas-Gavras’ın sinema dilinden biraz bahsetmek gerek. Çoğunlukla anti-komünizm çetelerini, derin devlet yapılanmalarını, siyasi suikastları konu edinen Gavras’a dünya çapında ününü 1969 yapımı ‘Z’ filmi kazandırmıştı. Hikâyenin açıkça Yunanistan’da geçtiği belirtilmese de, filmin başında "Gerçek olaylarla, sağ ya da ölü olsun gerçek kişilerle olan benzerlikler tesadüfi değildir. Her şey kasıtlıdır." sözüyle ülkesinde 1967-74 arasında hüküm süren askeri diktayı açıkça hedef aldığı kesindi. Bu filmiyle Gavras;  Cannes’da jüri özel ödülü ve Oscar ödüllerinde yabancı dilde en iyi film ödülünü almıştı.

État de Siège’de ise Gavras, kamerasını Uruguay’a çeviriyor. 1969 yılı Uruguay’ında geçen filmde, ülke yarı-askeri dikta ile yönetilmektedir. Devrimci gerillalar CIA’nin Uruguay’daki en üst düzey adamı Philip Mike Santore’yi (Yves Montand) kaçırırlar. Santore Uruguay’a sözde Uluslararası Kalkınma Örgütü vasıtasıyla gelmiştir. Oysa ülkede bulunmasının esas amacı asker ve polise komünizmle mücadelede istihbarat ve iletişim danışmanlığı vermektir. Daha amiyane tabirle ‘ülkenin huzurunu bozmak isteyen dış mihrak’ tır. Daha önceki görev yerlerindeki gibi sosyalist örgütleri sindirmek için gizli pasifikasyondan sorumludur.

Amerika Birleşik Devletleri, II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’daki Hitler faşizminin geçmesiyle yeni tehlikeyi “komünizm” olarak belirlemiş ve dünyaya yayılan komünizmle mücadele etmek için hemen hemen her ülkede aynı stratejileri uygulamaya başlamıştır. İlk olarak Hollywood’un da desteğiyle komünizm paranoyası oluşturulmuştur. “Komünistler kötüdür, biz ise iyiyiz.” alt metni bütün filmlere işlenir. Kitle iletişim organları vasıtasıyla empoze edilen düşünceyi korumak adına ikinci aşama ise, sosyalist düşünceye sahip kişileri pasifize etmektir. Emek bilinci oluşmuş işçi ve öğrenci kesim genellikle ilk hedef olur. Demokratik yöntemlerin yetersiz ve etkisiz kaldığını düşündüklerinden gizli devlet örgütlenmeleri ile yasadışı -çoğunlukla insanlık dışı- eylemlere imza atarak bu kitleleri sindirmeye çalışırlar. Bunu yaparken de en büyük araç sistematik işkencedir. Filmde de bol miktarda, insanın kanını çekercesine gerçeğe yakın işkence sahneleri yer alır.


Yukarıda da bahsettiğim gibi anti-komünist hareket ilk olarak işçi ve öğrenci sınıfını hedef almaktaydı. Filmde de bahsedeceğimiz sahne; Santore’yi bulmak için operasyonlarını arttıran polisin üniversiteyi aramak istemesiyle başlar. İlk başta öğrenciler direniş gösterseler de polis kuvvetlerinin uyguladığı orantısız güç ile mücadele etmek zorunda kalırlar. Orantısız gücün ise en büyük karşı silahı her zaman için orantısız zekâ olmuştur. (bknz. Gezi Direnişi). 70’li yılların başında, henüz t-shirt modeli olmamış ve anlamını yitirmemiş Che’ye ithafen yapılmış Hasta Siempre (Sonsuza Kadar) şarkısı hoparlörlerden duyulmaya başlanır. Tüm polisler öğrencilerle uğraşmayı bırakıp bu sakıncalı(!) müziği kapatmaya çalışırlar. Her bir hoparlör indirilip parçalandıktan sonra bir başka taraftan aynı şarkı duyulmaya devam eder. Polis kuvvetlerinin oradan oraya koşturması, içinde bulundukları acınası durumun vücut bulmuş hâli olarak ekrana yansır. Pavlov’un deneyi gibi. Koşullandırılmış ve mantıksızlaştırılmış kıtalar, Pavlov’un köpeği misali duydukları bu sese karşı hayvansal güdüyle yönelirler. Leila Khalid’in güzel bir sözü vardır. “Çiçeklerimizi koparabilirler ama baharın gelişini engelleyemezler.”Bu sahnede de aynı alt metin geçerlidir. Hoparlörleri tek tek kırabilirler ama şarkının adı gibi, Che’nin şarkısının sonsuza kadar dinlenileceği kesindir.

Filmde geçen farklı yöntemlerdeki işkence sahnelerinin, dünyanın çeşitli ülkelerinde de birebir uygulandığı, bilinen bir gerçektir. Bu özelliği nedeniyle de filmin bir nevi yarı-belgesel özelliği taşıdığını gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz. Asya ile Avrupa arasında stratejik önemi olan ülkemizde de bu tip uygulamaların birebir karşılıklarını bulmak mümkün. 60’lı yılların sonunda kitlesel direniş hareketlerinin hız kazandığı bir ortamda ABD’nin eski Ankara büyükelçisi Robert Komer’in anti-komünist harekete etkisi büyük olmuştu. Vietnam savaşında da aynı şekilde etkisi bulunmuştu. Filmdeki gerillaların yaptığı gibi ülkemizdeki 68 kuşağı, bu emperyalist düzeni sezmiş ve buna dur demek için Komer’in ODTÜ’yü ziyareti sırasında arabasını ateşe vermişti. Sonrasında yaşanan, yakın dönem Türkiye siyasi hayatının dönüm noktalarından olan özgürlük hareketinin de ateşini fitillemişlerdi.

35. İstanbul Film Festivali İzlenimleri: Haklıyız, Kazanacağız - Mavi Bisiklet

$
0
0


Ümit Köreken ve Nursen Çetin Köreken’in ilk filmi, Türk-Alman ortak yapımı Mavi Bisiklet (2016) geçtiğimiz Berlin Film Festivali’nde Kristal Ayı için yarışmıştı. Bu yıl da festival kapsamında Ulusal Yarışma bölümünde Altın Lale için yarışacak. İç Anadolu’da Akşehir’in bir kasabasında, deyimin tam anlamıyla yaşam savaşı veren Ali (Selim Kaya) ve ailesinin büyük mesajlar veren küçük hikâyesine ortak oluyoruz.

Babasının şaibeli ölümü sonrası annesi ve küçük yaştaki kardeşi ile ortada kalan Ali, okulunda başarılı bir öğrencidir. Annesi, borçla aldığı iplik dokuma makinesiyle örgü kazak, atkı yapıp pazarda satmaktadır. Ali ise ev ekonomisine destek olmak amacıyla okuldan arta kalan zamanlarında lastik tamircisinin yanında harçlığını çıkarmaktadır. Tüm bu yokluklar arasında en büyük hayali, mavi bir bisiklet alabilmektir. Bunun için de aldığı bahşişleri biriktirmeye başlar. Okuldaki öğrencilerin oylarıyla başkan seçilen, sınıf arkadaşı Elif’e karşı da platonik bir sevgi beslemektedir. Okula yeni gelen Hasan’ın, Elif’in yerine başkan atanmasını içine sindiremeyen iki kafadar Ali ve Yusuf (Eray Kılınçarslan) okul müdürüne karşı bir direnişe geçerler.

Ali ile Yusuf’un giriştikleri bu direniş her ne kadar Elif üzerinden sevgi amacıyla çıkmış gibi gözükse de bu durumun, Anadolu insanının haksızlık karşısındaki duruşunu temsil ettiğini de göz artı etmemek gerek. Öğrencilerin oylarıyla seçilene karşı, müdürün kendince birini ataması, ister küçük bir okulda olsun ister ülke siyasetinde olsun, her zaman bir direnişle karşılaşır. İlk başlarda babacan tavırlarıyla öğrencilere ve Ali’nin ailesine yakınlık kuran öğretmenin, direnişin gittikçe dallanıp budaklanmasıyla objektifliğini kaybedip elinde bulundurduğu otoritesini nasıl kendine yonttuğunu görebiliriz. Bu bakımdan öğretmen figürü siyasi ve toplumsal anlamda kasabalılık kavramı içinde önemli bir karakter olarak karşımıza çıkar. Ali ve Yusuf, seçilmişe karşı atanmışa ilk tepki olarak düşüncelerini yazıya dökerler. Direniş literatüründe yazılama denilen tepkinin en naif, en çocukça örneğini gösterirler. El emeği göz nuru afişleri ile tepkilerini okul dışına yayarlar. Tek başlarına engel olamayacaklarını anladıklarında ise ikinci iş olarak kamuoyu oluşturmaya çalışırlar. İkinci el aldıkları telefonla tanıdık tanımadık herkese mesaj atarak haklı direnişlerini geniş(!) kitlelere yaymaya çalışırlar. Bu çabaları, Ali’nin lastiğini değiştirdiği gazeteci tarafından destek görür ve olay gittikçe kontrolleri dışına çıkar.

Kâhya’nın torunu Hasan’ın Ankara’dan gelip Elif’in yerine atanması, hem geldiği yer ironisi bakımından hem de ait olduğu sınıfın özelliğini devam ettirmesi bakımından oldukça önemli. Sınıfsal baskıcılığını zorbalıkla sağlama almaya çalışan Hasan, okulun kabadayı çocuklarını da yanına alıp Ali ve Yusuf’u sindirmeye çalışır. Diğer çocukları ezmekten hoşlanan bu kabadayılar ise koruduğu kişiden çok, güce tapanların bir uzantısı gibidir. Amiyane tabirle kraldan çok kralcı tayfası gibidirler.
Toplum dinamiklerimizle ilgili eleştiri yapılırken genellikle en çok düşülen hata kasabalılıkla-köylülük tanımları arasındaki kargaşadır. Özellikle kâhya karakteri üzerinden tasvir edilen kasabalı kurnazlığı, öğretmen ile birlikte üzerinde düşünülmesi gereken diğer bir önemli noktadır. Kâhya, Ali’nin babasının ölümü ile ilgili tek şahit olmasının yanı sıra olaya ‘olmuş bitmiş, kapatalım gitsin’ sığlığında yaklaşarak onursuz ve pragmatik bir tavır sergilemektedir.
Küçük bir kasaba özelinde tüm karakterleriyle toplumsal bir prototip çizen Mavi Bisiklet’te, İç Anadolu’nun gri atmosferinde bir yandan yaşama savaşı veren diğer yandan da haksızlıklarla mücadele eden; ama hayal kurmayı da ihmal etmeyen küçük insanların büyük hikâyesini izliyoruz. Yağan kara rağmen içinizi ısıtacak güzellikte bir film.

Şekilden Şekle Giren Oyuncular

35. İstanbul Film Festivali İzlenimleri: Gülün! Bu Bir Emirdir-Güneşin Altında

$
0
0
Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız insanlar ona o kadar fazla inanırlar.
Joseph Goebbels
Nazi Almanya’sının en önemli isimlerinden biri olan Joseph Goebbels’in bu sözünü bilmeyen yoktur sanırım. Faşist yönetimin ikinci adamı Goebbels, Nazi düşüncelerini halka empoze etmek amacıyla şu an emperyalist ülkelerin de sıklıkla kullandığı propaganda sistematiğini yaratan kişidir. 20. yüzyılın en etkili propaganda uzmanı sayılan Goebbels’in yöntemleri hâlâ geçerlidir maalesef. Medyanın hükümet tarafından kontrolü, kitapların yakılması, insanların ön yargılarla donatılması, karşıt düşüncelerin bayağılaştırılması, şu aralar sıkça da duyduğumuz algı operasyonları vs. Tüm bu yöntemler dikta rejimlerinin sıklıkla kullandığı silahlardır ve savaşlardan daha çok etkili olduğunu da söyleyebiliriz.
Bu yıl festival kapsamında NTV Belgesel Kuşağı seçkisinde gösterilen V Paprscich Slunce/Under The Sun (2015) Kuzey Kore’nin yalanlar üstüne kurulu imajını gözler önüne seriyor. Kuzey Kore şu anda dünyadaki sayılı sosyalist ülkelerden biri olarak varlığını sürdürüyor. Her ne kadar anti-komünist hareketin öncülerinden Goebbels’in sözü ile yazıyı açsam da durum sosyalist bir ülke olunca değişmiyor maalesef. Bu iki uç siyasi fikrin kullandığı araç aynı aslında, esas amaç -doğru ve ya yanlış- bir düşünceyi bir başkasına empoze etmek.
Ünlü Rus belgeselci Vitaly Mansky, Under The Sun’da Koreli devlet yetkililerin propaganda filmi çekerken nasıl yalanlara başvurduklarını gözler önüne seriyor. Kahramanımız küçük Zin-mi ve ailesi devlet yetkilileri tarafından yazılmış senaryoya göre “ideal aile” yapısını ve mutlu(!) hayatlarını herkese gösteriyorlar. Şu anki Komünist Kore’nin kurucusu Kim II-Sung’un doğum günü anısına yapılan Çocuk Birliği törenlerini ve kahramanımız Zin-mi’nin mutlu(!) hayatlarından kesitler izliyoruz. Devlet görevlilerinin sıkı kontrolleri ile çekilen filmde yönetmen Mansky’nin, gerçekleri göstermek için sahneler arası kamerasını açık bırakması yetiyor. Gerçeğe dair hiçbir ayrıntıya dokunmuyor. Sadece çekiyor. Mesela yaşlı bir gazinin çocuklara kahramanlık hikâyeleri anlattığı sırada küçük çocuklardan birinin uyuklayarak dinlemesi küçük ama bir o kadar etkili bir sahne. Yine bir başka örnek Zin-mi’nin geleneksel Kore dansını öğrendiği sahnenin ilkinde mutlu gözükürken, ilerleyen sahnelerde baskıdan ağlayacak duruma gelmesi ve yönetmenin yakın planda bunu vurgulaması çok şey anlatıyor. Devlet ideolojisinin yılmaz savunucuları tüm dünyaya ülkelerini güzel göstermek için böylesi bir yapaylıkta halkın mutlu ve huzurlu olduklarını inandırmaya çalışması oldukça üzüntü verici. Kore halkı özelinde bunu bilemeyiz, belki de hayatlarından çok memnundurlar. Sonuçta dışa bağımlı olmayan sayılı ülkelerden biridir Kuzey Kore ama; ama esas üzüntü verici durum, neyin doğru neyin yanlış olduğunun devlet tekelinde olması kesinlikle. “Biz senin için en doğrusu nedir biliriz, sen yeter ki itaat et” mesajının devletin her kademesinde halka empoze edilmesi Nazi Almanya’sını hatırlatıyor. Siyasi düşünce ne olursa olsun, bu tür düşünceler her zaman diktatörlüktür.
İki ülke arasında diplomatik krize yol açan Under The Sun, belgesel sinemanın gücünü göstermesi bakımında oldukça önemli bir yapım.



Koş Babam Koş – Sinemanın En İkonik Koşma Sahneleri

$
0
0
Koşmak denince TDK’ye göre “adım atışlarını arttırarak ileri doğru hızla gitmek” açıklamasına sığmayacak sayısız örnek vardır sinema tarihinde. İnsanın en temel davranış türlerinden biri olan koşma eyleminin, merkezine insanı oturtan bir sanat dalı olan sinemada ortaya konan yapımların pek çok sahnesinde yer alması da elbette doğaldır. Aşağıdaki naçizane seçmeye çalıştığım listede, beni ilgili sahneleri ve filmleri seçmeye iten en büyük etken, sahnenin veya filmin popüler kültürde yaratmış olduğu etkidir. Sinema sanatının diğer sanat dallarına nazaran geniş kitleler üzerinde etkisinin bu kadar fazla olması, şahsi olarak  sinema sanatına vurulmamın başlıca nedenidir. Mesela Fellini’nin unutulmaz filmi La Dolce Vita‘da (1960) Paparazzo karakterinin magazin gazeteciliği literatürüne “paparazzi” kavramını sokması, filmin sinematografik güzelliğinden öte, popüler kültürdeki etkisini de gözler önüne seriyor. Yine aynı şekilde The Godfather (1972) filmi sonrası İtalyan mafyalarının çizgili takım elbiseler giymesi gibi saymakla bitmeyecek  örnekler  mevcuttur.  Aşağıdaki sahne ve filmleri seçmemdeki en büyük sebep de budur. Diğer listelerimde de belirttiğim gibi bu listeye girmemiş sayısız güzel sahne vardır ama başlıkta da vurguladığım gibi sahneleri seçme kriterim, ikonik olmalardır. Unutulmaz koşma sahneleri içeren filmlerden oluşan bu listeyi oluştururken bir diğer kıstasım da filmlerde yer alan koşma eyleminin, kaçma dürtüsünün bir parçası olmamasıydı. Dolayısıyla varoluşsal bir kaygıdan çok estetik kaygısı güden örnekleri bulmaya çalıştım. Birkaç örnek dışında hepsi bu bahsettiğim kıstaslara uyuyor.  Kronolojik olarak sıraladığım bu listeyi umarım beğenirsiniz. Keyifli okumalar.
  • North by Northwest (Yön: Alfred Hitchcock – 1959)
Hitchcock ustanın en iyi filmlerinden biri olan 1959 yapımı casus klasiği North By Nortwest’de Cary Grant’in canlandırdığı Roger Thornhill, sinema tarihinin en ikonlaşmış koşuşunu yapar. Yanlışlıklar sonucunda kendini casusluk girdabının içinde bulan Thornhill’in bu koşuşturmacasına odaklanan film, Hitchcock sinemasının en önemli yapıtlarındandır. Hatırlayanlar bilir, Arizona Dream’de (1992) de bu sahneye atıfta bulunan oldukça komik bir taklit sahnesi vardır.

  • Jules et Jim (Yön: François Truffaut – 1962)
Jules et Jim, bir kadın ve iki erkek arasındaki aşk üçgeni söz konusu olduğunda sinema tarihinin en iyi filmlerinden biri kabul edilir. İki erkeğin bir kadını, kadının ise iki erkeği koşulsuz sevebilmesini dolambaçlı yollara sapmadan bu kadar basit anlatabilen başka bir film yoktur diye düşünüyorum. Bunu da ancak Truffaut gibi bir usta yapabilirdi. Jules, Jim ve Catherine’in birlikte umarsızca koşmaları da romantizmin doruk noktalarındandır.

  • Bande à Part (Yön: Jean Luc Godard 1964) / The Dreamers (Yön: Bernardo Bertolucci-2004)
Beni bu listeyi yazmaya iten iki benzer sahne. Bande à Part’taki (1964) efsane Louvre Müzesi koşusunun kırk  yıl sonra Bertolucci ustanın elinde yeniden çekilmesi, Godard ustaya saygı duruşunda bulunulması bakımından çok önemli. Her iki film de sırf bu sahneleri için tekrar tekrar izlenilesidirler.

  • Boş Çerçeve (Yön: Ertem Eğilmez – 1969)
Hülya Koçyiğit ve onun zarif koşuşu... Sahne gereği yaralı ve acı dolu olup bir o kadar da naif bir şekilde perdeye taşınması  gerçekten güzel. Yeşilçam sinemasının melodramik atmosferini iliklerine kadar işleyen yapımdaki bu sahne,  acı çeken ama gururundan taviz vermeyen kahramanların  genel bir temsilidir adeta.
  • Il Buono, Il Brutto, Il Cattivo (Yön: Sergio Leone - 1969)
Spagetti Western türünün en iyilerinden kabul edilen ve ülkemizde  İyi, Kötü ve Çirkin adıyla bilinen filmin üçlüsünden, nam-ı diğer Çirkin’in Tuco’nun (Eli Wallach), filmin finalinde altınlarını bulmak için mezarlıkta oradan oraya koşuşu efsanedir. Sinemayla ilgisi olmayan hemen herkesin melodisini bildiği, Ennio Morricone imzalı Ecstasy of Gold (Altın Sarhoşluğu) müziğiyle özdeşleşmiş bir sahnedir bu. Bu sahneyi ve müziği duyunca, insanda ister istemez sonrasında Creeping Death çalacakmış hissiyatı uyandırır (metalciler anladı). Pavlov’un köpeği için zil neyse, Metallica’cılar için de bu müzik ve sahne aynı etkiye sahiptir.
  • Rocky (Yön: John G. Avildsen – 1976)
Koşma sahnesi denince akla ilk gelen, bu sahnedir kesinlikle. Şahsi sinema listeme göre en sevdiğim film deyip diğer filmlerime haksızlık yapmayacağım ama en sevdiğim üç filmden biridir Rocky. Özellikle serinin ilk filmini diğer filmlerinden ayrı yere koyarım. Sinema tarihinin en gaza getiren sahnesidir Rocky Balboa’nın bu koşma sahnesi. Özellikle filmin ana damarını oluşturan, varoşlardaki umutsuzların umudu olma durumunu en güzel özetleyen sahnedir. Yediden yetmişe tüm mahalle halkının Rocky’e destek olmak için onu motive etmeleri oldukça güzeldir.
  • Kibar Feyzo (Yön: Atıf Yılmaz – 1978)
Şener Şen koşuşu hakkında çok da bir şey anlatmaya gerek yok sanırım. Nevi şahsına münhasır sinemamızın en ikonik oyuncusundan en ikonik koşma stili çıkması son derece normaldir. Beden temelli mizahın güzel örneğidir.
  • Once Upon a Time in America (Yön: Sergio Leone – 1984)
Sergio Leone’nin 84 yapımı efsane ötesi filmi Once Upon a Time in America’da (1984)  sinema tarihinin en acıklı sahnesi denilebilecek bu sahnede küçük kahramanlarımız, çete savaşlarında pusuya düşer. Hepsinin canhıraş bir şekilde kaçıştıkları sahnede içlerindeki en küçük çete üyesinin vurulup ölmesi, filmin duygusal sahnelerinden biridir. Diğer yandan arka planda yine Morricone ustanın eşsiz müziği yer alır.
  • Mauvais sang (Yön: Leos Carax – 1986) / Frances Ha (Yön: Noah Baumbach – 2012)
Yine son yılların en gözde filmlerinden Frances Ha’daki, en iyi dans sahneleri (link gelecek. GK) listeme de girmiş olan sahneden söz etmek istiyorum. Çünkü bu sahnede Greta Gerwig hem koşuyor hem de dans ediyor. Toprağı bol olsun, David Bowie’nin “Modern Love” şarkısıyla New York sokaklarını arşınlayan Frances’in bu koşuşu, 86 yapımı Leos Carax’ın Mauvais Sang filmindeki Dennis Lavant’a saygı duruşuydu aslında. Hayatının keşmekeşinde gün içerisinde umutsuzluğa düştüğünüzde hemen açın izleyin bu sahneyi,  içinizde tekrar umut yeşermeye başlayacaktır. Kesin bilgi, yayalım.
  • Forrest Gump (Yön: Robert Zemeckis – 1994)
Aklı kıt, yüreği zengin karakterimiz Forrest Gump’ın (Tom Hanks) efsane koşuşuna sahiplik yapan aynı isimli 94 yapımı filmde, Forrest’ın amaçsızca başladığı koşunun ülke çapında bir fenomene dönüşmesi ayrı bir güzellikte. Bu koşunun güzel tarafından biri de sanırım, Forrest’ın tıpkı ansızın koşmaya başlaması gibi birdenbire durduğu sahnedir. Yine aynı şekilde Forrest’ın, ayaklarındaki aparatları kırdığı koşma sahnesi de akıllarda yer eder.
  • Babam ve Oğlum (Yön: Çağan Irmak – 2005)
Türk Sinemasının en ikonik sahnesidir kesinlikle. Çağan Irmak’ın çok sevilen filmi Babam Ve Oğlum’da (2005) Yetkin Dikinciler’in canlandırdığı Salim’in, babası Çetin Tekindor’a koşuşu hâlâ hafızalardadır. Filmin bütününe bakıldığında bu sahnenin biraz sırıttığını da söylemek mümkün. Bu film üzerinden yapılan mizahın da temel kaynağıdır maalesef bu sahne. Anlatmak istediği romantizmden çok didaktik ve teatral yapısıyla unutulmaz sahne, maalesef bu şekilde algılanıyor.
 
  • Silver Lining Playbook (Yön: David O. Russell – 2012)
Son yılların en çok sevilen bağımsız filmlerinden Silver Lining Playbook’da (2012) Bradley Cooper’la Jennifer Lawrance’in yakınlaşmalarını sağlayan bu sahne, ikilinin, filmin bütününe yayılan nevrotik davranışlarının güzel bir özeti niteliğinde.
 

Foley, Ortam Sesi Oluşturma Sanatı

$
0
0
Foley, film montajı sırasında  sahnelerde geçen seslerin stüdyo ortamında başka materyallerle tekrar kaydedilmesine denir. Sinema sanatı her ne kadar salt görüntü sanatı gibi algılansa da, en az görüntü kadar ses de çok önemlidir. Hatta kimi görüşe göre de, görüntüden daha önemlidir. Konu ile ilgili çok güzel mini belgeseller mevcut. Keyifli izlemeler.


The Foley Artist from Feast Films on Vimeo.



Yeni Dalga'dan Bir Esinti; Vivre Sa Vie

$
0
0
-Aşkın, hayatın tek gerçeği olması gerekmiyor mu?
-Bunun için, aşkın hep aynı gerçeği işaret etmesi gerekir.
Vivre Sa Vie, Türkçeye çevrilen tam adıyla Hayatını Yaşamak: On İki Tablodan Oluşan Bir Film, Yeni Dalga akımının öncülerinden Jean-Luc Godard’ın sinematografisindeki temel taşlardan biridir. 1962 yapımı filmde Godard’ın kült oyuncusu Anna Karina, hayatından kesitler izlediğimiz Nana’ya hayat vermektedir.Yeni Dalga akımını diğer sinema akımlarından ayıran özelliklerinin başında anlatılan hikâyelerin kurmacadan çok gerçek hayattan beslenmesi kuralı gelir. Hatta anlatılanların belgeselvari bir şekilde öyküler yerine gerçek olayların kaydı olarak gösterimidir. Vivre Sa Vie’de de uzun adında belirtildiği gibi Nana’nın on iki bölümde yaşamından kesitler izleriz. Genel anlamda öykü bütünlüğü aranmadan sırayla ilerleyen bu bölümlerde hayatına ortadan dâhil olduğumuz Nana’nın hikâyesinin büyük resmini görmeye çalışırız. Nana’nın hayatının şifrelerini çözmeye çalışmamız da bir başka Yeni Dalga kurallarından birinin sonucudur. Kuram olarak bu akıma dâhil olan yönetmenler pasif izleyici kavramına karşı çıkarlar ve izleyicinin de aktif bir biçimde filme kafa yormalarını isterler. Bu düşüncenin bir uzantısı olarak da bahsettiğim şekilde Nana’yı nihai sonuna götüren etmenleri düşünür, onunla birlikte hayatı yaşamanın(!) ne demek olduğu hakkında kafa yorarız.
İkinci Dünya Savaşı sonrası tüm Avrupa ülkelerinde yaşanan ekonomik çöküşün ardından toplumsal dinamiklerin bozulması, Yeni Dalga filmlerinin hikâyelerini oluşturuyordu. Hayatını yaşamak uğruna ailesinden uzaklaşan Nana için ekonomik refah çok önemliydi. Zira istediği, hayalini kurduğu hayat için ekonomik özgürlüğüne sahip olması gerekiyordu. Oysa tüm toplumu etkisi altına alan ekonomik darboğaz Nana’nın bırakın hayallerini, normal hayatını da yaşanmayacak durumlara sokuyordu. Bundan kaçış olarak da gençliğinin ve güzelliğinin uzantısıyla kendisini fuhuş dünyasında bulması kaçınılmaz bir sondu onun için. Ekonomik özgürlüğünü elde etmek isteyen bir kadının, kendini ekonomi çarkına sadece bir et parçası olarak kabul ettirebilmesi, o dönemin maalesef en büyük toplumsal açmazı olarak Godard’ın belgeselvari kamerasıyla ölümsüzleşiyor. 


Yeni Dalga'dan Bir Esinti; Bande à Part

$
0
0
-Konuşacak bir şey yoksa, bir dakika sessiz kalalım.
-Bazen gerçekten çok salak olabiliyorsun.
-Sessiz bir dakika uzun bir zaman olabilir. Gerçek bir sessiz dakika sonsuza kadar sürer.
Sinema tarihinde iki erkek bir kadın triosu arasında geçen aşk üçgeni konusunda en önde gelen filmlerden biridirBande à Part. Godard sinemasınının da en çok sevilen filmlerinin başında gelir. Bir kadın etrafında iki erkeğin güzellik simgesi kadını kapma çabalarını çok güzel resmeder Godard. Tabii burada güzelliğin ete kemiğe bürünmüş hâli olarak da Godard’la özdeşleşmiş, -şahsi kanaatim- sinema dünyasının en güzel aktristi Anna Karina’yı, Odile olarak izleriz. Konu olarak, Arthur ve Franz oldukça yakın iki dostturlar. Kısa yoldan zengin olmak için başlarına ne gelecekse gelsin bir soygun yapma isteğindedirler. Franz, Odile ile tanışır ve Odile’in büyükannesinin evinde yüklü miktarda bir para olduğunu öğrenir. Odile’i de bunun için ikna ederler. Ancak her şey yolunda gitmeyecektir. Bu filmin Yeni Dalga akımında ve Godard sinemasında çok büyük yerinin olmasının ötesinde başka sinemacılara da yaptığı katkılar yadsınamaz. Franz, Arthur ve Odile’nin efsanevi Louvre koşusunun, yıllar sonra bir başka usta Bernardo Bertolucci’nin The Dreamers (2004) filminde zaman olarak egale edilmesi, Godard ustaya saygı duruşunun çok güzel bir örneği. Quentin Tarantino’nun yapım şirketinin adını “A Band Apart” koyması da filmin her yaştan ve türden yönetmeni nasıl etkilediğinin ispatı niteliğinde.
Godard’ın diğer filmlerinde de olduğu gibi bu filmde esas başrol yine Paris’tir. İhtişamlı cafelerinde üçlümüzün yapmış olduğu felsefik sohbetler filmin en keyifli bölümleri. Bir dakikalık sessizlik sahnesi de yine sinema tarihinin en efsaneleşmiş sahneleri arasında. Felsefik replikleriyle, ünlü edebiyat eserlerine atıflarıyla, müzikleriyle ve Godard’ın nevi şahsına münhasır çekim teknikleriyle, Yeni Dalga akımının en güzel filmlerinden biridir Bande à Part.


Yeşilçam'a Sinemagraf Bakışlar

Gelmiş Geçmiş En Kötü Kahramanlar: Suicide Squad

$
0
0
C:\Users\trdkutlu\Documents\DUYGU 28 Dec 2015\PUBLICITY\FILMS\FILMS 2016\SUICIDE SQUAD\SS_Gercek_Kotuler_title_e_.jpg
GELMİŞ GEÇMİŞ. EN KÖTÜ. KAHRAMANLAR.

Yazar yönetmen David Ayer başrollerini Will Smith, Jared Leto, Margot Robbie, Joel Kinnaman ve Viola Davis’in üstlendiği “SUICIDE SQUAD: GERÇEK KÖTÜLER”le karşınızda.
Kötü olmak iyi hissettiriyor… Dünyanın en tehlikeli, kilit altında tutulan Süper Kötülerinden bir ekip toplayın, onlara hükümetin elindeki en güçlü silahları verin ve sonra onları gizemli, yenilmez bir varlığı alt etmeleri için görevlendirin.  Amerikan istihbarat subayı Amanda Waller kaybedecek hiçbir şeyleri olmayan, benzersiz ve kötücül bireylerden oluşan bir grubu gizlice bir araya getirir. Fakat Gerçek Kötüler başarmak için değil, tescilli birer suçlu oluşlarından dolayı kaçınılmaz olarak yenilecekleri bu göreve seçildiklerini öğrendiklerinde, acaba ölümüne mücadele mi edeceklertir, yoksa herkes yoluna mı gidecektir?
Ayer’in DC Entertainment karakterlerine dayanarak yazıp yönettiği filmde ayrıca Jai Courtney, Jay Hernandez, Adewale Akinnuoye-Agbaje, Ike Barinholtz, Scott Eastwood, Cara Delevingne, Adam Beach ve sinemaya yeni adım atan Karen Fukuhara da rol alıyor. Charles Roven ve Richard Suckle’ın yapımcılığını gerçekleştirdiği filmin yönetici yapımcıları ise Zack Snyder, Deborah Snyder, Colin Wilson ve Geoff Johns.
Ayer’ın kamera arkası yaratıcı ekibi; görüntü yönetiminde Roman Vasyanov, yapım tasarımında Oliver Scholl, kurguda John Gilroy ve kostüm tasarımında Kate Hawley’den oluşuyor. Jerome Chen’in görsel efektler amirliğini üstlendiği filmin müziği Steven Price’ın imzasını taşıyor.
Warner Bros. Pictures bir Atlas Entertainment yapımı olan David Ayer filmi “SUICIDE SQUAD: GERÇEK KÖTÜLER”i sunar. Filmin dünya çapındaki dağıtımını bir Warner Bros. Entertainment kuruluşu olan Warner Bros. Pictures gerçekleştirecek. Film hem iki hem üç boyutlu olarak ve seçkin IMAX 3D sinema salonlarında gösterime sunulacak.

YAPIM HAKKINDA

Gezegendeki en tehlikeli —en kötünün de kötüsü— insanlardan
bir tim oluşturmak istiyorum.
Onların fayda sağlayacağını düşünüyorum.
—Amanda Waller

Kötü adam olmak hiç iyi bir şey olabilir mi? “SUICIDE SQUAD: GERÇEK KÖTÜLER”de gelmiş geçmiş en çılgın suçlulardan oluşturulmuş, son derece sıradışı bir tim bunun yanıtını bulacak. Dünyayı kurtarma görevi için bir araya getirilmiş bu timin üyeleri, zaten akıl hastalıklarıyla dolu hayatlarının en çılgın, en tuhaf ve en sefil serüvenini yaşayacaklar.
Yazar-yönetmen David Ayer, “Gerçek Kötüler aslında DC’nin Süper Kötülerinden oluşmuş bir tim; her ne kadar zoraki olsa da” diyor ve ekliyor: “Bir Süper Kötüyü bir başka Süper Kötüden, hatta bu durumda koca bir Süper Kötüler çetesinden daha iyi kim alt edebilir? Benim için oldukça heyecan verici bir projeydi çünkü süper kahraman filminin farklı bir versiyonunu irdeleyebildim; bu karakterler, gerçek kahramanların kesinlikle tam zıttı.”
Kendi serüvenlerini şimdilik (ya da asla) kahramanca görmeyebilirler ama Gerçek Kötülerin macerası çok büyük heyecanlar, cin fikirler ve daha geleneksel rakipleriyle dolu dolu kapışmalar ve aksiyon içerecek. Kötülüğün iyi yanında olmaya, kendilerini dizginlemeye çalışacaklar… şimdilik.
Will Smith usta keskin nişancı Deadshot rolüyle oyuncu kadrosunun başını çekiyor. “Süper kahraman türünü her zaman sevmişimdir; David de güçlü bir hikaye içeren, kötü ile canavar ruhlu olma arasındaki farkı inceleyen, gerçekten eğlenceli bir film yapmak istedi. Bu filmin, bir baba olarak kişiliğine çok aykırı bir iş yapan ama yaptığı işte de gerçekten ama gerçekten çok iyi olan bir karakteri canlandırmak için harika bir fırsat olduğunu düşündüm” diyor Smith gülerek.
Türün gediklilerinden olan yapımcı Charles Roven ise şunları söylüyor: “DC’nin kötü adamlarıyla bir film yapmanın, hangisinin gerçekten canavar ruhlu olduğunu ve hangilerinde kefaret payı olduğunu görmenin çok ilginç olacağını hissettim. Filmimiz kilit altındaki tüm bu ölümcül kötü adamları içeriyor. Görevi büyük olasılıkla tamamalayamayacak olsalar bile, cezalarını azaltma, hatta özgürlüklerini geri kazanma fırsatı verilse ne yaparlardı? Bu riske giriyorlar —gerçi kendilerine başka seçenek verilmiyor.”
“David Ayer’in bugüne dek yaptığı filmlere bakarsanız, karakterleri her zaman kendi başlarına buyuklar” diyor yapımcı Richard Suckle ve ekliyor: “Gerçek Kötüler timi benzer bir çizgide; kendilerine ne yapmaları ve nasıl yapmaları gerektiğinin söylenmesini istemiyor, sisteme karşı çıkıyorlar. Kendi kurallarıyla oynamak isterken, birlikte oynamaya zorlanıyorlar. Bu durum izlemesi son derece heyecan verici, çok büyük bir çekişme ve çatışma yaratıyor.”
Görünürde bir “seçim şansı” verilmiş olsa da, Gerçek Kötüler timini oluşturacak mahkumların bir takım halinde çalışmayı öğrenmeleri gerekmektedir —kelimenin tam anlamıyla. Bu gönüllü olunan bir görev değildir. “En kötülerin de kötüsünü” barındırmak için tasarlanmış, kötü şöhretli Belle Reve Federal Hapishanesi’nden çıkartılan Deadshot’a ve Harley Quinn, Killer Croc ve Diablo gibi diğer cezaevi arkadaşlarına bu görevde yer almaları için cazip bir teklif yapılır. Bunun arkasındaki kişi, acımasız, manipüle edici, insanların kendi çıkarlarının tersine olacak şekilde davranmalarını sağlayabilme becerisiyle gurur duyan Amerikan askeri istihbarat subayı Amanda Waller’dır.
Rolü üstlenen Viola Davis, Ayer’le ilk görüşmesini şöyle aktarıyor: “İlk toplantımızı onun evinde yaptık. Daha ilk görüşmede kaynaşıverdik. Bir insanın sizi çabucak anlaması kariyerinde başınıza belki birkaç kez gelir. Sizi görüp kendiniz olmanıza izin verirler. David de öyleydi.”
Ayer’ın ismi ve itibarı Margot Robbie’nin ilgisini çekmek için yeterliydi. “‘Suicide Squad//Gerçek Kötüler’… Bunun ne olduğunu bilmiyordum, büyürken çizgi roman okumazdım ve o evrene tamamen yabancıydım. Fakat filmin yazarı ve yönetmeni David’di ve onunla çalışmak istediğimi biliyordum. ‘Training Day’ destansıydı. ‘End of Watch’ı dört kez izledim.  ‘Fury’ de inanılmazdı. Konsepti bana kaba taslak anlattığı 20 dakikalık bir Skype görüşmemizden sonra projeye dahil olmuştum bile.”
Joel Kinnaman her ne kadar Albay Colonel Rick Flag olarak “kötü”yü oynamıyorduysa da —hatta tam tersi—, Ayer’ın film için konseptine ve vizyonuna aynı ölçüde ilgi duydu. Robbie gibi, Kinnaman da filmdeki karakterler ve onların dünyasına aşina değildi ama, “filmde olağanüstü olayların ve özel yeteneklere sahip bu insan üstü suçluların olması, ve sanki gerçek dünyadaymışız gibi davranabilmemiz, ayrıca hikayenin gerçekçi bir evrende geçmesi bana gerçekten ilginç geldi.”
Ayer, timi oluşturan çeşitli karakterlere ek olarak, çizgi romanların en karanlık kaçıklarından birini filme dahil etmek istedi: Joker. Yapımcılar DC evreninin —gerek çizgi roman sayfalarında gerek beyaz perdede— belki de en ikonlaşmış karakterinden biri olan, her zaman şakanın merkezinde yer alan bu psikopat soytarının tamamen yeni bir versiyonunu canlandırması için Jared Leto’ya başvurdular.
Gerçek Kötüler timinin akıl almaz renkli üyelerinden görsel anlamda daha çekici olabilecek pek az takım vardır. Tim son derece büyük savaşları olağanüstü bir müzik eşliğinde vererek yaz döneminde sinema salonlarını dolduracak olan izleyicilere akla hayale sığmayan bir karışım sunuyor.

Demek öyle, ha? Bizler kurbanlarız…
Bir tür intikam mangasıyız.
—Deadshot

Suçlu kanun düşmanlarını alıp, hükümetin en derin, en karanlık gizli ajanları için fazla aşağılık ve pis kabul edilen bir işi üstlenmeleri amacıyla onlara şantaj yapmaktan ne tür fayda gelebilir? Amerikan askeri istihbarat subayı Amanda Waller için, bunun faydası çok basit: Tamamen inkar edilebilirlik.  
Waller ABD için en iyi olanın başka herkes için de en iyi olacağına inanmaktadır; eğer görevin yerine getirilmesi için en iyi buysa, o halde kendisinin yapacağı şey de budur. Waller’ın iş için topladığı sosyopatlar kadar korkunç olduğu söylenebilir… ve aynı ölçüde kestirelemez olduğu.
“Ne tür bir kadın bu kötülerden daha kötü olabilir?” diye soruyor Ayer ve ekliyor: “Bana göre, Amanda Waller büyüleyici ve son derece korkutucu. Her zaman başka herkesten bir adım önde. Viola onu büyük bir zeka ve incelikle canlandırdı.”
Viola Davis, karakterin ABD hükümetinin en üst basamaklarına kadar çıkışına hayran olduğunu belirterek Waller’ı şöyle savunuyor: “O, süper güçlere sahip olmayan bir süper kahraman. Süper güçleri olan bir timi yönetme ve kontrol etmeden başka özel bir yeteneği yok. Onun kötülükle savaşmasının yolu bu.”
Belli bir açıdan bakıldığında, Waller’ın herhangi bir suçlu kadar kötü olduğuna, ahlaki pusulasının aynı ölçüde kırılmış olduğuna inanmak mümkündür, ama kendisi eylemlerini deneyimli bir hükümet ajanının becerikli manipülasyon taktikleriyle haklı göstermeyi başarır.  Astları onun istekleri doğrultusunda öldürürken, üstleri onun eylemlerini hoşgörürler. “Onların” tarafında olduğu sürece, sonuç gerekli her türlü yolu haklı gösterecektir —hatta normalde düzeltilemez ve topluma katılmaları uygunsuz görülen bir suçlular grubunun zorla görevlendirilmesini bile.
Waller şiddet eğilimli suçlular timine minnetini göstermese de, Davis’e göre, “Onların her birini ayrı ayrı etkileyici buluyor; onları harika bir insan türü olarak görüyor. Öte yandan, onların zayıflıklarını biliyor ve bunlardan kolayca yararlanıyor.”
Örneğin Deadshot’ın bir daha asla göremeyebileceği genç kızı gibi mi? Waller, Deadshot’ı, Gotham şehrinin en ünlü suç savaşçısının yardımıyla Belle Reve’e atmayı ustalıkla başarmıştı. Grubun (ve muhtemelen dünyanın) en iyi sıikastçisi olarak hapishane açısından oldukça büyük bir ödüldü Deadshot. Fakat Waller’ın aklında onun yeteneklerini daha etkili bir kullanım şekli vardır.
“Deadshot’ın hayatta her şeyden çok sevdiği bir kızı var ve umutsuz birşekilde harika bir baba olmaya çalışıyor” diyen Will Smith, şöyle devam ediyor: “Ama bir yandan da suikastçilik yaparak geçimini sağlıyor. Zoe’ya duyduğu sevgi ile dünyayı pisliklerden kurtarmanın verdiği zevk arasında çatışma yaşıyor.”  
Canlandırdığı karakter kendi başına hareket etmeyi sevse de, Smith oyuncu arkadaşlarıyla sıkı bir dostluk kurmaya istekliydi. Bu amaçla, sette küçük bir kütüphanenin yanı sıra, insanların bilardo ve masa tenisi oynayabileceği bir oyun odası hazırlattı. Setteki ortam sahnelerin yoğunluğunu yansıtır hale geldiğindeyse, Smith şarkı söyleyip stresi azaltıyordu.
“Will bir süperstar; yetenekli, inanılmaz karizmatik bir aktör ve çok iyi bir insan” diyor Ayer. Yalnız bir kurt olan ve başkalarıyla birlikte çalışmakta hiçbir zaman başarılı olmamış Deadshor karakterinin aksine, “Will birlikte çalışma ortamımıza her gün enerji ve coşku kattı.”
Belki de Deadshot’ın yetenekleri açısından en benzediği karakter, Waller’ın görevi yönetmesi ve disiplin sağlaması için timin başına getirdiği bir subay olan Albay Rick Flag’dir. İkili birbirlerine güvenmedikleri gibi, birbirlerinden hoşlanmazlar da.
Smith bunu şöyle açıklıyor: “Deadshot’ın Flag’in askeri rolündeki ‘meşruluğuna’ karşı gizli bir garezinin olması da ilişkileri açısından pek iyi olmuyor. Benim canlandırdığım karakter çok daha iyi bir asker ve daha iyi bir kumandan olduğuna inanıyor. İkisi arasındaki tek fark hangi tarafta oldukları? Dolayısıyla, Deadshot, Flag’i ve askerlerini bir arada çalışırken gördüğünde hafif bir kıskançlık hissediyor; Deadshot içten içe böyle bir şeye özlem duyuyor ve böyle biri olabilecekken başka bir hayat seçtiğini biliyor.”
Joel Kinnaman’a göre, Flag mesleği askerlik olan biri ve, “kendisini paramparça ettiği halde bu hayatla evli.” Waller’ın planına muhalif oluşu hayatının parçalanmasında kısmen de olsa etkilidir. Düşmanın en üst düzeyde bir deniz komando timi kullanarak eski usulle yok edilebileceğine inanmaktadır.
Aktör şöyle devam ediyor: “Rick timle ilk tanıştığında, tüm takım üyelerine karşı küçümsemeden başka bir şey hissetmiyor. Onlar birer suçlu, birer katil. Rick’in dünyaya bakışı siyah beyaz: Ya iyi adına savaşıyorsundur, ya kötü adına. Onları iyilik adına kullanma fikri mi? Buna inanmıyor. Daha da kötüsü, bu timdekilerin hiç askerlik eğitimleri yok, dolayısıyla Rick’in adamlarının hayatını tehlikeye atacaklar. Bu karar hç mantıklı değil. Rick’in timi aynı işi çok daha iyi yapabilirler ve çok daha güvenilirdirler.”
Flag ve Deadshot zayıflıklarını sır olarak saklamaya çalışırken, eski psikiyatr Dr. Harleen Quinzel kendininkileri alenen göstermektedir. Joker’e olan aşkını açık yüreklilikle dile getirmektedir. Joker’in kötü şöhretli Arkham Akıl Hastanesi’nde hapis tutulduğu sırada psikanalizini yapmakla görevlendirilmiş olan Dr. Quinzel şimdi artık onun adını ve simgelerini vücuduna dövme olarak kazıtmıştır. Onun —Joker’ın sevgilisi ve sapkın aşkının hedefi— Harley Quinn’e dönüşümü usta bir manipülasyoncunun rolleri tersine çevirmesinin sonucudur.
Fakat Harley ile gerçek aşkı arasında Belle Reve’in kalın duvarları vardır. Ve her ne kadar Waller artık ona sahip olduğunu düşünse de, Harley’nin kalbi daima Puding’ine ait olacaktır.
Bu karakteri canlandıracak olan Margot Robbie, Harley’nin, erkek arkadaşına duyduğu aşkın ilk başta kafasını karıştırdığını belirtiyor: “Bu adamı neden seviyor? Karakteri çözümlerken gerçekten zorlandığım noktalardan biriydi bu. Çok güçlü, çok zeki, çok çetin ceviz ve gerçekten müthiş bir kadın olmasına rağmen birden bire bu adam yüzünden paramparça oluyor. Bu onun hoşlanmadığım bir yönüydü çünkü ilk başta bunu anlamadım. Bunun üzerine, Harley bir psikiyatr olduğu için karşılıklı bağımlılık konsepti üzerine araştırma  yapmaya karar verdim. İnanların hayatlarını gerçekten tek bir kişi için yaşayabilmeleri fikri çok ilgimi çekti. Meğer konu aslında o kişi değil, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı gibi bir dürtüymüş aslında. Joker’le ilişkisini bu çerçevede, yani bir bağımlılık olarak düşündüğümde, Harley’ye karşı müthiş bir empati duydum.”
Peki bunun karşılığında Joker’in durumu nedir? Harley’yi gerçekten seviyor mudur? Aktör Jared Leto, canlandırdığı karakterin ele vereceğinden daha fazlasını söylemiyor: “Joker, Harley’ye güçlü bir bağlılık duyuyor. Başka kimse gerçekten pek önemli değil; zaten ona sahipken diğerleri neden önemli olsun ki? Dünyanın geri kalanı nedir? Sadece bir oyun. Alçakça bir hayal ve bol kahkaha paylaşıyoruz.” Peki ama Harley götürüldüğünde, onu bulmaya çalışma zahmetine girecek midir?
Leto akıl hastanesine kolayca uyum gösteren bu kaçık adam rolünü cesurca üstlendi. “Joker ikonlaşmış, efsane olmuş bir karakter” diyen aktör, şöyle devam ediyor: “Yaklaşık 75 yıldır var ve hikayesinin çok çeşitli versiyonları mevcut. Joker tıpkı Everest dağı gibi: Başlangıçta hedeflediğin şeye muhtemelen ulaşamayacağın o imkansız fikirlerden biri. Bu rolü üstlenmek hem korku ve heyecan verici hem de muazzam bir onurdu.”
Leto bu kararın ilk başta dehşet verici olduğunu da itiraf ediyor: “Telefonun geldiği günü hatırlıyorum da, aynı anda hem heyecan hem korku hissetmiştim. Joker kelimesini duyduğum anda gerçekten derinlere dalmam ve daha önce hiç gitmediğim bir yere gitmem gerektiğini anlamıştım. Bu karakter daha önce öyle güzel şekillderde yorumlandı ki, kuyunun ağzını kapatıp mühürlemeliydiler. Ama diğer yandan şöyle bir şey de vardı: Onunla ilgili başka ne açığa çıkarabilirdim? Daha önce yapılmamış neyi yapabilirdim? Keşif, macera ve sınırları zorlamayı seven yanım hemen harekete geçti. Ve bu rol beni sonsuza dek değiştirdi. O tavşan deliğine girmek son derece sürükleyici, zorlayıcı ve eşsiz bir deneyimdi. Kırk yıl düşünsem böyle bir rolü oynama fırsatı yakalayacağım aklıma gelmezdi.”
“Jared cambaz ipinde yürümek gibi olan bu rolün üstesinden çok güzel şekilde geldi” diyor Ayer.
Roven da aynı şekilde etkilendiğini belirtiyor: “Jared bu meydan okumayı kabul edip bastonu eline aldığında ve karakteri David’in yazdığı şekilde canlandırdığında ayaklarımız yerden kesildi. Yine de karakter aynı kaosu kimliğinde barındırıyor: Müthiş bir işadamı; bir ganster; karizmatik, fiziksel, korkutucu ama çekici bir kişilik. Jared’ın David’in Joker yorumuna getirdiği pek çok farklı ton var.”
Joker’le en samimi sahnelere sahip olan Robbie, rol arkadaşının yorumunu hem enerji verici hem sinir bozucu bulduğunu belirtiyor: “Jared ile birlikte pek prova yapmadık. Dolayısıyla, kameranın önüne geçtiğimizde o sahneler fazlasıyla elektrikliydi çünkü her iki karakterin de ne yapacağı önceden kestirilemiyor.”
Harley’nin, Joker’in, Gerçek Kötüler timinin çoğu üyesinin, hatta belki Waller’ın ahkaliyeti sorgulanabilirse de, ahlaksal iflastan kaçınmak için mücadele veren bir karakter vardır: Diablo. Bir zamanların çete üyesi olan Diablo’nun doğaüstü yeteneği  —pirokinezi— onun aynı zamanda lanetidir de çünkü öfkelendiğinde bedeninden çıkan ateşi kontrol edememektedir. Bir keresinde bu yüzden nihai bedeli ödemiştir ve bunun ardından gelen suçluluk duygusu onu değiştirmiştir.
Bu tövbekar piromanı canlandıran Jay Hernandez, “Diablo bir savaşçı ama o hayattan vazgeçmiş” diyor ve ekliyor: “Suçtan, saldırganlıktan uzaklaşmış. Toplumun bir parçası olmak istemiyor; parmaklıklar ardına ait olduğunu hissediyor.”
Çatışma başladığında ve hayatı tehdit altındayken bile kendini ya da başka herhangi birini savunmayı reddetmesi, diğer tim üyelerinin ondan bezmesine neden olur. Aktör bu konuda şunları söylüyor: “Etrafında kıyamet kopuyor, kurşunlar havada uçuşuyor ama Diablo akmakta olan bir nehrin ortasındaki kaya gibi, her şey yanından süzülüp gidiyor. Düşman bile onun yanından geçip gidiyor çünkü onun bir tehdit olmadığı açık. Savaşa dahil olmayı reddediyor.”
Belli ki, insanlığın iyiliği için bile olsa, Diablo’nun doğuştan gelen yeteneklerini kucaklaması, Waller’ın küçük şantajından fazlasını gerektirecektir. “Kefaret olasılığı var mı? Bence Diablo için var” diyor Hernandez ve ekliyor: “Bu filmde kefaret fikrinin çok önemli olduğunu düşünüyorum; üstelik sadece benim karakterim için değil.”
Görevin başlamasından hemen önce, Waller iki suçluyu daha alıp timine dahil eder: Kimyasal tasarımını kendisinin yaptığı iplerle her yere tırmanabilen bir kaçış ustası Slipknot; ve başarısız bir elmas hırsızlığı yüzünden yeni yakalanmış olan Yüzbaşı Boomerang. Ayer’a göre, “Boomerang bir serseri, bir başbelası. Kötü çocuklardan oluşan bir sınıftaki en kötü çocuk; ve kesinlikle başına buyruk. İdare edilmesi, dizginlenmesi gereken, kafası biraz karışık biri.”
Filmdeki bu Avustralyalı kanun kaçağını canlandıran ve gerçek hayatta da Avustralyalı olan Jai Courtney, “Boomerang kesinlikle kendi bildiğini okuyan biri. Bu adamların kim olduğu hiç umurunda değil; onlara ihtiyacı yok ve onların kendisine ihtiyacının olması da umurunda değil. Oradan ne koparabilirse koparıp bir an önce kendi yoluna gitmek istiyor. Onun korkak bir yanı da var; dünyayı kurtarmak pek ilgisini çekmiyor; hep bir çıkış yolu aramakla meşgul ve o yolu bulmasına yardımcı olacaksa başkalarını tehlikeye atmaktan da kaçınmayacak.”
Bunu en çabuk keşfedecek olan kişi Slipknot’tır. Bu karakteri beyaz perdeye aktaran Adam Beach onu “ipleriyle evli bir psikopat” olarak niteliyor. Slipknot’ın becerileri psikolojik olduğu kadar fizikseldir de. Beach’e göre, Slipknot, “Dünyadan nefret ediyor. Burada olmak istemiyor. Öfkeli, kendini kapana kısılmış hissediyor. Birinin onu alt edeceğine, kapının kapanacağına ve hapisten hiç çıkamayacağına inanıyor. Dolayısıyla, kaçmak için, özgür olmak için bir fırsat bulduğunda…”
Gerçek Kötüler timinin, kimliğinden bir türlü kaçamayan tek üyesi Katil Croc’tur. Bir genetik mütasyonunun sonucu olan Katil Croc, kendini Belle Reve’de bulmadan önce Gotham’ın kontrolünü eline geçirme planları yapmıştır. Bazı Gerçek Kötüler timi üyeleri gibi doğuştan suçlu olmayan, yamyamı andıran bu canavarı Adewale Akinnuoye-Agbaje canlandırdı. Aktör, Croc için, “Ergenlik çağında geçirdiği bir cilt rahatsızlığı sonucu derisinden pullar çıkmaya başlamış. Kendi içine kapanmış ve savunmacı biri olmuş” diyor ve şöyle devam ediyor: “Fakat sonra bir arkadaşı şu tavsiyeyi vermiş: ‘Ondan kaçabilir ya da ona kucak açabilirsin.’ İşte o zaman Croc kararını vermiş. Pullarını benimsemiş. Bir sirke katılmış ve timsahlarla güreşmeye başlamış. İlgi hoşuna gitmiş ve kendi kendine güzel olduğunu söylemeye başlamış ama bir yandan da içindeki yaratığın bedensel ihtiyaçlarını da geliştirmeye başlamış.”  
Katil Croc çabucak, hem ahlaki hem fiziksel anlamda lağıma iner; ve diğerleri gibi hâlâ karanlıktadır. Gerçek Kötüler timine emirler verilmiştir ama “ne” sorusunun yanıtı bulanıktır, “niye” sorusunun yanıtı ise hiç yoktur. Görünüşe göre, Waller’ın “gerektiği kadarı bilinecek” anlayışı onların hiçbir şey bilmemesini gerektirmektedir. Flag bile kendisine bir şey söylenmediğini fark eder; ve söz konusu görevde emrindeki kişiler tamamen güvenilmez olduğu için, destek için kendi süperstarını getirir: Kılıç ustası Katana.
Bu ölümcül güzeli canlandıran Karen Fukuhara, “Katana bir samuray. Amanda Waller ve Rick Flag de onun efendileri. Samuraysan efendini sorgulamazsın; bütün hayatını onları korumaya adarsın. Katana çok sadık ve görevin yerine getirilmesi için yapmayacağı hiçbir şey yok; Amanda Waller’ın emir vermesi yeterli” diyor.
Tim konusunda da, Katana efendilerinin görüşüne katılmaktadır. “Bu adamlar kanun tanımaz birer suçlular” diyor Fukuhara ve ekliyor: “Katana’nın ahlaki değerleri var; sadık ama adalet için savaşıyor. Dolayısıyla, gruba arkadaş edinmek için katılmamış. Flag’i samuray usulü korumak için orada.”
Katana’nın korumasına rağmen, Flag’in tim dışında bir sorunu daha vardır ve bunun çözümü daha da zordur. Hayatının aşkı Dr. June Moone kadim bir tanrıça olan Enchantress’in etkisi altına girmiştir. Ruhu ezelden beri bir küpün içinde hapsedilmiş olan Enchantress, kireçtaşı bir mağaraya gömülüdür, ta ki arkeolog olan Dr. Moone farkında olmadan onu serbest bırakana dek. Şimdi bu habis ruhun kontrolünde olan June korku içinde yaşamakta, Enchantress’in ne zaman ortaya çıkıp kendisine bir şeyler yaptıracağını bilememektedir.
Her iki rolü de üstlenmiş olan Cara Delevingne şunları söylüyor: “June hayatında biraz heyecan arıyordu ve onu buldu. Ne dilediğinize dikkat edin. Hayatının kontrolünü her zaman elinde tutmuş bu kadın, birden bire tüm iradesini kaybediyor. Bu onu kırılgan bir duruma sokuyor ve kendisine yardım edecek birini arıyor.”
Waller “imdada” yetişir ve June’u cadının etkisinden kurtarmanın bir yolunu bulmaya söz verir. Bu süre zarfında da sevgili güzel doktoru Rick Flag’in korumasına verir. Bu eylemi tamamen kasıtlıdır.
Kinnaman şunu kaydediyor: “Rick’e June’u koruma görevi verdiğinde, neler olacağı konusunda oldukça net bir fikre sahip olduğundan şüpheleniyorum. Waller bu sayede Rick’i de psikolojik baskı altına alabileceğini düşünüyor ki aynen böyle de oluyor. Rick şimdi bu kadına duyduğu aşka hapsolmuş durumda.”
June, mecazen Flag’in kalbini elinde tutarken, Waller kelimenin gerçek anlamıyla  Enchantress’in kalbini elinde tutmakta ve böylece doktorun kırınganlığını kullanmakta, cadının da kontrolünü sağlamaktadır… ya da Waller öyle sanır. “June Moone çok çekingen bir kadın. Waller ise Enchantress’in kalbine sahip olduğu için kendini çok güçlü hissediyor. Cadıyı kontrol etmek için kalbe istediği zaman bir bıçak saplayabilir; gizli bir silahı var” diyor Davis.
Aslında, Washington, DC’deki yetkililerden onay almak için cadıyı uzuruna çağıran Waller, patronlarını etkilemiş, kod adı olarak X Timi adını verdiği suçlular takımını bir araya getirmek için onların desteğini elde etmiştir. Küçük gösterisi üstlerinin dudaklarını uçuklatmış olabilir ama şimdi hepsi olası bir kıyamete dönüşebilecek bir durumla karşı karşıyadırlar.
Flag ve GQ yolda düzeni sağlamaya çalışırken, Yüzbaşı Griggs de Belle Reve’de nizamı korumak için mücadele etmektedir. Buradan gitmesinden önce Harley Quinn, Griggs’in en gözde mahkumlarındandı. Griggs’i canlandıran aktör Ike Barinholtz karakteri için, “Mahkumlarına işkence etmekten ve onlara kimin patron olduğunu göstermekten büyük zevk alıyor” diyor.
Ama belki de Harley’den —ve çılgın kız arkadaşı için başka planları olan Joker’den— uzak durması en iyiysi olurdu. Leto, muammalı bir şekilde, “Doğrusu, plan vardır, plan vardır. Joker’in her zaman en az beş planı var” dedikten sonra, şöyle devam ediyor: “Büyük plan bir sır. Küçük plan ise Harley’yi geri almak. Her ne pahasına olusa olsun. Bu, timin hedefinden ayrı bir şey. Joker tüm bu saçmalıkları pek umursamıyor doğrusu; onun için her şey bir oyun.”
Yine de, Joker’ın göreve umarsızlığının ölümcül sonuçları olabilir; ve eğer, mucize eseri de olsa, —her biri doğaüstü ya da insanüstü güçlere ve ileri dövüş yeteneklerine sahip— bu kanunsuzlar imkansız görevlerini yerine getirirlerse, dünya daha iyi bir yer olacak mıdır?  Belki de kendilerini zar zor kontrol edebilen bu tufhaf uyumsuzlar grubu kontrolü ele geçirip iplerini koparmış cehennem köpekleri gibi olacaklardır.
Öte yandan, uslu olmayı öğrenmezlerse, bunun da sonuçları olacaktır. Waller’ın time dediği gibi, “Görevi bırakırsanız, ölürsünüz. Albay Flag’in başına bir şey gelirse hepinizi tek tek öldürürüm. Unutmayın, sizi izliyorum. Ben her şeyi görürüm.”

Deadshot insanlara ateş eder…
O bir timsahtır, insan yer …
İnsanları yakar…
İçine bir cadı girmiş…
Ve kendisi çılgının teki.
—Rick Flag

Ayer, pek çok hayranın çizgi roman sayfalarından aşina oldukları şeyleri hayata geçirmek üzere, “SUICIDE SQUAD: GERÇEK KÖTÜLER”in çılgın görünümlerini yaratmaları için kostüm tasarımcısı Kate Hawley ile makyaj ve saç tasarımcısı Alessandro Bertolazzi’ye başvurdu. Biraz araştırma yapıp DC’nin kapsamlı tarihçesi ve karakterlerin popülaritesi sayesinde muazzam miktarda bilgiye ulaşan ikili, çizgi romanları ellerinden bıraktılar, bilgisayarlarını kapattılar ve çalışmaya sıfırdan başladılar.
Tasarımcılar çok fazla geçmişe bakmak yerine Ayer’den aldıkları ilk talimata odaklandılar: Süper kahraman kostümü yok, tayt pantolonlu adamlar yok. Bunun yerine, gangster ve ordu temaları karakterlerin görünümlerini belirleyecekti. “David ‘gerçeği kovalamak’ cümlesini çok sık kullanıyordu” diyen Hawley, bunu şöyle açıklıyor: “Yani, bir karakteri kendi dünyamızın gerçekliğinde nasıl bulur ve yükseltiriz?’ Bizim işimiz çizgi roman karakterlerinin öğelerini, ikonografisini ayrıştırıp yarattığımız modern gerçekliğe taşımaktı.”
Hawley’nin aktardığına göre, Ayer özellikle Joker ve Harley Quinn’in ortamlarının “herkesin biraz kaçık olduğu, çok renkli ve tehlikeli yerler olmasını; Joker’in bu ortamlarda çok aklı başında, çok yerli yerinde, rock yıldızı bir gangster olmasını istedi.” Yönetmenin ilgi duyduğu bir diğer şey de Joker ile Harley tarafından sürekli hale getirilen psikolojik savaş; ve kıyafetlerinin bu savaşın nasıl bir parçası olduğunu görmekti.
Hawley buna örnek olarak şunu gösteriyor: “Harley ile Joker’in gece kulübünde bir kedi  fare oyunu oynadığı ve kurbanlarının akıbetinin daha en başından bilindiği sahnede, Joker ile Harley’nin bu adamı yazgısına sürükledikleri çok güzel bir dans var. Kurban da kötü kahramanlarımız da bunu biliyor ama yine de oynayış biçimleri hem çok güzel hem de çok iğrenç. David’in talimatı Harley’nin göz kamaştırması ve afallatmasıydı. Dolayısıyla, parlak dore bir elbise giyiyor ve ve her yeri Joker’in aldığı pırlanta mücevherlerle kaplı. Burada amaç onun parlak bir dikkat dağıtıcı olması; Joker’in kullandığı muhteşem bir araç o. Biz de buna vurgu yaptık.”
Üstelik, diye ekliyor Hawley, “Her şeyin bir anlamı olmalı, yakın çekimde kendini açığa vuran, büyük resmin yaratılmasına yardım eden bir sır olmalı. Dolayısıyla, karakterlerimiz için ya da onlarla ilgili bilgilerimiz açısından bir anlamı olan pek çok küçük ayrıntı mevcut. Harley’nin ‘Harley Joker’i seviyor’ kolyesi, yüzük parmağında bir sırtlan ile Joker kafatası bulunan yüzüğü gibi küçük sırları var. Joker de papalık yüzüğüne benzer bir şey takıyor.”
Paskalya yumurtasını andıran bu ayrıntılar karakterlerin pek çoğunda bulunabilir. Örneğin, Deadshot’ı —nam-ı diğer Floyd Lawton’ı— bir geçmişe dönüş sahnesinde gördüğümüze, üzerinde retro bir ceket var; anafikir bunun babasına ait bir ceket olması ve babasının orada olmaması, tıpkı şu an hapis olan Lawton’ın kızının yanında olamaması gibi. Filmin ilerleyen bölümlerinde, Deadshot timin fiili lideri olarak yerini aldığında, keskin gözlü izleyiciler, onun kostümünün üzerinde “Işık benim, yol benim” yazısının işli olduğunu fark edeceklerdir.  
Hawley’ye göre, kostüm tasarımına ek bir öğe de, bu karakterlerin çoğu kez kendi kıyafetlerini kendilerinin doğaçlama bir şekilde yaratması gerektiğiydi çünkü, milyon dolarlık ödemeler alan Deadshot’ın aksine, “ellerinin altında dolgun bir yatırım fonu yok. Dolayısıyla, Boomerang’ın bumeranglarını yakalayabilmek için giydiği zincirli eldivenler bir kasap eldiveni ve bir beyzbol eldiveni kullanılarak tasarlanmış.”
Hapishane sahneleri için, tüm erkekler turuncu mahkum kıyafeti giymektedirler. Fakat  Hawley ve ekibi Harley Quinn için Los Angeles hapishanelerinin çeşitli kanatlarının resimlerine baktılar çünkü buralarda mahkumlar çarşafları yırtarak kendi kıyafetlerini yapıyorlar. Kostüm tasarımcısı ayrıca hapishanelerin akıl hastası koğuşlarındaki kadınları araştırdı ve 19. yüzyılda sevdiklerine takıntılı bir şekilde yazan iki kadın buldu. Hatta bir tanesi düşüncelerini kıyafetlerinin üzerine nakşetmişti. Modern çağa bakan Hawley, Sid Vicious ile Nancy Spungen gibi kötü kaderli başka çiftlerden de ilham aldığını söylüyor: “Onlarda hem şaşalı bir yan hem de şiddet eğilimli bir evcimenlik görüyorsunuz. Harley tüm bu kadınların bir karışımı; cıva gibi değişken mizaçlı bir kadın o.”
Öte yandan, yapımcılar Harley’nin yaratıcılarının sanatına da saygılarını göstermek istediler. “Çizgi roman sayfalarından bire bir alıntı yaptığımız anlar da oldu” diyor Hawley ve ekliyor: “Çizgi romanlardan birinde, Harley’nin Belle Reve hapishanesinde zorla beslendiğini görüyorsunuz; üzerinde kırmızı mavi bir külot var. Çizgi romana gönderme olarak biz de aynı iç çamaşırını yarattık. Çizgi romanlardan doğrudan aldığımız bir diğer kıyafet de Harley’nin Dr. Harleen Quinzel olduğu dönemde giydiği kırmızı bluz, mavi etek ve ceket. Bu romanları çok iyi bilenlere böyle küçük enstantaneler sunmak istedik.”
Ayer’ın arzusunu hayata geçirmek için, Akinnuoye-Agbaje aylar boyunca filmin protez ekibinin kalıp çıkarma ve provalarına göğüs gerdi. Sonunda, fiziksel antrenmanlar mutlak bir gereklilik oldu: Makyaj masasında geçen beş saatin ardından üzerindeki beş santim kalınlığında köpük, yüz protezleri, kapşon, yaklaşık 18 kilo ağırlığında timsah-leopar motifli bir ceketle 13 saatlik çekimler yapması gerekti. Üstelik, yağmur olan çekimlerde bu ağırlığa beş kilo daha ekleniyordu.
En karakter tanımlayıcı görüntülerden biri Diablo’nun dövme koleksiyonuydu. Bertolazzi ve Ayer karakterin hem bedeninin hem de yüzünün büyük kısmını kaplayacak, Diablo’nun —şiddet eğilimli bir çete üyesi olduğu günlerden bir aile babası olduğu günlere kadar— tüm yaşamını simgeleyecek mürekkep desenler için dövme sanatçısı Rob Coutts’a danıştılar.
Öte yandan, dövmeler Diablo’yla sınırlı değildi. Coutts her bir karakter için tasarlanmış renkli, yaratıcı peruklar ve makyaj doğrultusunda, aralarında Deadshot, Enchantress, Harley Quinn, Joker, GQ ve daha birçoğunun bulunduğu pek çok karakter için —hem timdekiler hem askerler— dövmelerin tasarımına yardım etti.

Sana oyuncaklarımı göstermek için sabırsızlanıyorum.
—Joker

Elbette, Gerçek Kötüler gibi bir tim silahları olmadan eksik —ve etkisiz— olurdu. Ayer bu noktada, hem çizgi romana sadık kalmayı hem de filme eşsiz bir görünüm kazandırmayı başarabilmek için aksesuar ustası Dan Sissons’a başvurdu çünkü bu çizgiyi çekmek kolay değildi.
“İnanılmaz karakterlerimiz, zengin bir hikaye evrenimiz, müthiş kostümlerimiz var. Dolayısıyla, bu dünyaya saygı göstermenin son derece önemli olduğunu düşündüm çünkü dışarıda bu dünyanın ayrıntılarını benden çok daha iyi bilen çok sayıda hayran var” diyen Ayer, şöyle devam ediyor: “Öte yandan, bu dünyayı beyaz perde için daha da yukarı taşımak istiyorsunuz. Bu yüzden de olağanüstü aksesuarlar geliştirdik; örneğin Joker’in küçük spor arabası, Deadshot’ın bilek magnumları ve dürbünlü tüfeği, Harley’nin altın tabancası, Katana’nın Soultaker kılıcı ve Slipknot’ın ipleri.”
Daha da inanılmaz olanı, aksesuarların çoğunun aslında işlevsel olmasıydı. “Bu film için çok fazla AR-GE çalışması yapıldı. Müthiş bir serüvendi” diyor yönetmen.
Kostüm tasarımında olduğu gibi, aksesuarların da bir kısmı sinemaseverlerin belki fark edeceği belki fark edemeyeceği ama karakterler hakkında ipucu veren küçük ayrıntılara sahipti. Çizgi roman meraklıları Harley Quinn’in beyzbol sopasına aşinadırlar ama tabancası filmin en göz alıcı aksesuarlardan biriydi. Altın işlemeli bu siyah tabancanın topunda sırayla “aşk” ve “nefret” yazması, her yerine pırlantaların serpiştirilmiş olması ve üzerine “HQ” kakılmış olması gibi küçük ayrıntılar vardı.
Doğal olarak, oyuncu kadrosunun karakterlerinin gerektirdiği silahları kullanmak ve hikayenin gerektirdiği çeşitli tehlikeli hareketleri yapabilmek için eğitim almaları gerekti. Her iki beceri için de, programları, çekimlerden aylar önce evde başladı ve sete gelmenden önce sıkı bir antrenman yapmaları ve rejim uygulamaları gerekti. Zorlu bir süreçti ama oyuncular Gerçek Kötüler timindeki yerlerini almaya kararlı ve azimliydiler.
“Bir sinemacı olarak, ortaya gerçekçi bir dünya koymayı seviyorum” diyen Ayer, şöyle devam ediyor: “Benim için, o dünyayı, aksiyonu gerçekten kendisi yapan oyuncularla doldurmak son derece önemli, tabi güvenli olduğu sürece. Oyuncu kadromuza dövüş sanatları ve ateş etme eğitimleri verdirdik. Sete geldiklerinde, kendi dublörlüklerini kendileri yaptılar, böylece sahici ve inandırıcı oldular.”
Ayer bu amacı daha da ileri taşımak amacıyla, oyuncular prova dönemi için bir araya geldiğinde, öncesinde oyuncularla bireysel olarak çalışmış olan, Gym Jones’dan Pieter Vodden’ı da sete çağırdı. Vodden ana çekimlerin öncesindeki haftalar boyunca oyunculara birlikte antrenman yaptırmak üzere stüdyoya bir spor salonu kurdu. Şaşırtıcıdır ki, oyuncuların dönüşümünü izlemek çekim ekibinde de dalgalanma etkisi yarattı ve nihayetinde çekimler süresince birlikte antrenman yapan 35-40 kişi vardı.
“Japon kılıç ustası Katana’nın tarzını çok klasik tuttuk” diyen Norris, şöyle devam ediyor: “Harley elinde beyzbol sopası olan çılgın bir karakter olduğu için daha serbestti. Boomerang’ın silah tercihi elbette boomerangdı. Croc için ise yepyeni bir dil bulmak zorundaydık: Yarı timsah yarı insan biri nasıl dövüşür? Tüm bu yelpazede gerçekten ilginç şeyler yapma fırsatı bulduk.”
Ayer için gerçekçiliğe ulaşma çabası bununla da sınırlı değildi. “Elinizde kurgu ürünü bir DC evreni var. Benim felsefem ise bunu alıp gerçek dünyaya oturtmaktı. Örneğin, kariyerini Özel Harekat Birliği’nde yapmış bir subay olan Rick Flag gibi bir karakter var. Kimlerle muhatap olur? Özel Kuvvetler komitesindeki insanlarla, deniz komandolarıyla, Özel Harekat Kumandanlığı’yla. Süper kötülerden oluşan bu Gerçek Kötüler timini kurup, onları deniz komandolarıyla bir takım haline getirip göreve gönderme fikri bana taze soluklu geldi; ayrıca bu dünyaya da inanılmaz bir meşruluk kattı.”
Vance, “Dave gerçekçiliğe bayılıyor. Ne yazık ki, pek çok oyuncu ne kadar yetenekli olsalar da tamamen gerçekçi görünmek için farklı silah sistemleri kullanmanın her yönünü öğrenecek vakte sahip değiller. Çoğu filmde, deneyimli görünmüyor ya da hayatlarını silahlı kuvvetlerde geçirmiş gibi durmuyorlar. Silahlı dövüşler söz konusu olduğunda da, kas hafızasından ötürü tam oturmayan bazı şeyler oluyor. Dave izleyicinin bunu çabucak fark edeceğini biliyor” dedikten sonra, sözlerini şöyle sürdürüyor:  
“Dave bize bir oyuncuyu hazırlamak için yeterli zamanı vermeye uğraştı. Sadece mekanik beceriler için değil, kas hafızası oluşturmak için de. Oyuncunun yerine getireceği her aksiyona hazırlanması için de. Onları formda tutmak için önyapım ve provalar sırasında, çekimler sırasında düzenli olarak tekrarlar yapıyorduk. Bizi kenarda hazır tutmak filmin askeri öğeleri için de faydalıydı. O “hakiki” unsuru sağladı —yani, silahlı çatışma sekanslarının sahici görünmesini. Fakat Dave bunun ikili bir amacı olduğunun da farkındaydı: Günlük sahnelerin koreografisini, alternatifleri yaratma; ve hareket sırasında, aksiyon sırasında oyuncuların yanında olup sahneler için gerekli uyarlamaları yapma.”
Vance ve ekibi kadroya dahil olduktan sonra, oyuncu kadrosu çekimlerden hemen önce “yoğunlaştırılmış antrenman programına” tâbi tutuldular. “Önyapımda, temel silah eğitimiyle başladık ve esas silahlarında yetkin hale geldiklerinde savaşın psikolojik boyutuna geçtik: Zihinsel durum, yanıt yerine tepki, savaşçılığın tarihteki örnekleri gibi” diyor Vance.  
Robbie yönetmenin alışılmışın dışındaki eğitim sürecini denemeye istekliydi ama başlangıçta biraz naif olduğunu iritaf ediyor: “David’le çalıştığınızda karakterin gerçekten derinlerine inmeniz gerekeceği konusunda beni uyarmışlardı. Bu, zaman zaman rahatsız edici olacak, deli gibi antrenman yapmak ve normalde yaptığının gerçekten çok ötesine geçmek zorunda kalacaksın demişlerdi. Ben de, ‘Bu kulağa acayip eğlenceli geliyor. Tabi ki yapacağım!’ demiştim. Ama başladıktan sonra, süreçten emin olmadığım zamanlar oldu. Yine de güvenmek zorundasınız. Sonuçta birbirine inanılmaz bağlı, birlik içinde bir grup haline geldik.  David’le ilişkim için de aynı şey söz konusuydu. Daha önce başka hiçbir iş ilişkisinde yaşamadığım, akıl almaz bir güven oluştu. Bir sahnede bana söylediği herhangi bir yöne gidebilirdim.”

Onları bir deliğe tıkıp,
O deliği bir yere attık diyelim.
—Amanda Waller

“SUICIDE SQUAD: GERÇEK KÖTÜLER”in ana çekimleri ağırlıklı olarak Kanada’daki Pinewood Toronto Stüdyoları’nda gerçekleştirildi. Ayer daha önce iki kez birlikte çalıştığı ve kolaylıkla anlaştığı görüntü yönetmeni Roman Vasyanov’la yeniden bir araya geldi. Bu sayede filmin gerektirdiği oldukça karmaşık bazı çekimlerin ve sıkışık çalışma programının getirdiği zorlukların üstesinden gelebildiler.
Filmin görüntüsü ve ortamına büyük katkı sağlayan bir diğer isim de yapım tasarımcısı Oliver Scholl’du. Kendisi daha öncesinde var olan bir malzemeye dayanan filmlere taze soluk getirme konusundaki beklentileri karşılamayı kabul edilir bir meydan okuma olarak gördüğünü söylüyor: “Önce ev ödevimi yapmalıydım. DC’yle pek çok toplantı gerçekleştirmek, çizgi romanları almak, hikayeleri okumak, görsellere bakmak ve tabi David’in bu dünyay bakışını ve yorumlayışını anlamak zorundaydım.”
Deadshot’ın hücresi oldukça sade olsa da; Harley, Diablo ve Katil Croc gibilerin hücreleri çok daha karakterlerine uygun ve eksantriktiler. Scholl şunları söylüyor: “Harley kafesteki güzel bir hayvan gibi; sırf ona bakmanın bile size zarar verebileceğini düşünürsünüz ama hücresine göz attığınızda, onda daha başka bir şeyler de olduğunu hemen görüyorsunuz.”
Scholl sözlerini şöyle sürdürüyor: “Diablo ateş yaratıyor, dolayısıyla onun için tasarlayacağınız şey çok etkili bir yangın söndürme sistemi. Kendini kontrol etmediğinde üzerine yüzlerce litre su boşaltmak için ucunda büyük bir hortum olan kocaman bir tüp inşa ettik. Katil Croc’a gelince, eh… onun hücresi de özünde bir kanalizasyon.”
Tim hapisten çıkarılıp göreve gönderilince, aksiyonun büyük kısmı kurgu ürünü olan Midway şehrine geçiyor. Hedeflerinin konuşlandığı ve hızla ele geçirdiği, görünürdeki herşeyi yakıp yıktığı yer burası. Bir şehir caddesi gibi tasarlanan set 75 metre uzunluğundaydı; üzerine aynı anda 20 performansçıyı taşıyabilecek kablolar bulunan devasa bir uçuş sistemi inşa edilmişti. Norris bu genişlikteki bir alanın dublörlere büyük kolaylık sağladığını söylüyor: “Düşmanın Gerçek Kötüler timine saldırdığı caddenin bir ucundan diğer ucuna, arabaların ya da çöp konteynırlarının üzerinden atlıyor, duvarlardan sekiyorlardı. Çok büyük bir sekanstı. Ana birim ile aksiyon birimi olarak birlikte çalışıp üç hafta gibi bir süre, herkesin dahil olduğu bu sekansı çektik.”
Yapımcılar stüdyonun dışında bir araba kovalamaca sekansı hazırlayarak, Joker’in arabasının Batmobile tarafından takip edilişini çektiler. Kovalamaca şehrin ana arteri olan Yonge caddesinin yaklaşık on bloğunda gerçekleşti. Üç gecede çekilmesi planlanan sahne için caddenin akşam sekizden sabah beşe kadar kapatılması gerekti. Şehir yönetimi buna izin verdi. Fakat içinde bulunduğumuz sosyal medya çağında, çekimleri kapalı tutmak imkansızdı; daha ilk gece birkaç bin hayran caddenin kenarlarını doldurmuştu. İkinci gece ise bu rakam 30.000’i geçmişti. İnsanlar kaldırımda bir buçuk kilometrelik bir hat üzerinde omuz omuzaydılar. Tehlikeli sahnelerin çekimi için alan artık güvenli değildi. Yapımcılar çekimi sonlandırmak yerine, “Tüm bu insanlar Batmobile’i görmeye gelmişler. Hadi onlara Batmobile’i gösterelim” diye düşündüler. Böylece aracı caddede yavaşça sürdüler, insanların fotoğraf çekmesine olanak tanıdılar. Hayranlar isediklerine kavuşunca, oradan ayrıldılar ve böylece çekim güvenli bir şekilde devam etti.

Bizler kötü adamlarız, işimiz bu!
—Harley Quinn
Yapımcılar, müzik amirleri Season Kent ve Gabe Hilfer’la birlikte, eğlenceyi, aksiyonu, enerjiyi ve hikayenin temalarını güçlü bir şekilde vurgulayacak müzikleri filme entegre ettiler —kefaret belki de Gerçek Kötüler timi üyelerinin en baskın temasıydı.
Geniş bir müzik yelpazesinden yararlanıldı. Filmde klasik rock’tan funk’a, alternatif rock’tan rap’e birçok müzik türüne; ayrıca, twenty one pilots, Imagine Dragons, X Ambassadors ve Kanye West gibi güncel şarkıcılardan, The Rolling Stones, AC/DC, Creedence Clearwater Revival ve hatta Etta James gibi efsanelere yer verildi.
Ödüllü besteci Steven Price’ın ana teması ise kusursuz geçişler sağlamanın yanı sıra, her sahnede duygusal iniş çıkışlar arasında gezindi.

https://img1.etsystatic.com/138/1/11280968/il_570xN.984795355_d8at.jpg

BBC, 21. Yüzyılın En İyi 100 Filmini Açıkladı

$
0
0
BBC, eleştirmenlerin yorumlarına göre 21. yüzyılın en iyi 100 filmini açıkladı. Listede Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Bir Zamanlar Anadolu’da’sı da yer aldı.
36 ülkeden 177 eleştirmenin seçimlerine göre yapılan listenin ilk sırasında David Lynch’in sürrealist başyapıtı ‘Mulholland Drive’ yer aldı. Ünlü yönetmeni Wong Kar-wai’den ‘In the Mood for Love’, Paul Thomas Anderson’dan ‘There Will Be Blood’, Hayao Miyazaki’den ‘Spirited Away’ ve Richard Linklater’dan ‘Boyhood’ izledi.
Listeye Türkiye’den senaryosunu Ercan Kesal, Ebru Ceylan ve Nuri Bilgi Ceylan’ın kaleme aldığı ve yönetmenliğini Nuri Bilge Ceylan’ın üstlendiği Bir Zamanlar Anadolu’da girebildi. Film, 53. sırada yer aldı.
İşte BBC’ye göre 21’inci yüzyılın en iyi 100 filmi:
1 Mulholland Drive (David Lynch, 2001)
2 In the Mood for Love (Wong Kar-wai, 2000)
3 There Will Be Blood (Paul Thomas Anderson, 2007)
4 Spirited Away (Hayao Miyazaki, 2001)
5 Boyhood (Richard Linklater, 2014)
6 Eternal Sunshine of the Spotless Mind (Michel Gondry, 2004)
7 The Tree of Life (Terrence Malick, 2011)
8 Yi Yi: A One and a Two (Edward Yang, 2000)
9 A Separation (Asghar Farhadi, 2011)
10 Inside Llewyn Davis (Joel and Ethan Coen, 2013)
10 No Country For Old Men (Joel and Ethan Coen, 2007)
12 Children of Men (Alfonso Cuarón, 2006)
12 Zodiac (David Fincher, 2007)
14 The Act of Killing (Joshua Oppenheimer, 2012)
15 4 Months, 3 Weeks & 2 Days (Cristian Mungiu, 2007)
16 Holy Motors (Leos Carax, 2012)
17 Pan’s Labyrinth (Guillermo Del Toro, 2006)
18 The White Ribbon (Michael Haneke, 2009)
19 Mad Max: Fury Road (George Miller, 2015)
20 Synecdoche, New York (Charlie Kaufman, 2008)
21 The Grand Budapest Hotel (Wes Anderson, 2014)
22 Caché (Michael Haneke, 2005)
22 Lost in Translation (Sofia Coppola, 2003)
24 The Master (Paul Thomas Anderson, 2012)
25 Memento (Christopher Nolan, 2001)
26 25th Hour (Spike Lee, 2002)
27 The Social Network (David Fincher, 2010)
28 Talk to Her (Pedro Almodóvar, 2002)
29 WALL-E (Andrew Stanton, 2008)
30 Oldboy (Park Chan-wook, 2003)
31 Margaret (Kenneth Lonergan, 2011)
32 The Lives of Others (Florian Henckel von Donnersmarck, 2006)
33 Son of Saul (László Nemes, 2015)
33 The Dark Knight (Christopher Nolan, 2008)
35 Crouching Tiger, Hidden Dragon (Ang Lee, 2000)
36 Timbuktu (Abderrahmane Sissako, 2014)
37 Uncle Boonmee Who Can Recall His Past Lives (Apichatpong Weerasethakul, 2010)
38 City of God (Fernando Meirelles and Kátia Lund, 2002)
39 The New World (Terrence Malick, 2005)
39 Brokeback Mountain (Ang Lee, 2005)
41 Inside Out (Pete Docter and Ronnie Del Carmen, 2015)
42 12 Years a Slave (Steve McQueen, 2013)
42 Amour (Michael Haneke, 2012)
42 Melancholia (Lars von Trier, 2011)
45 Blue Is the Warmest Color (Abdellatif Kechiche, 2013)
45 Certified Copy (Abbas Kiarostami, 2010)
45 Leviathan (Andrey Zvyagintsev, 2014)
48 Brooklyn (John Crowley, 2015)
49 Goodbye to Language (Jean-Luc Godard, 2014)
49 Inception (Christopher Nolan, 2010)
49 The Assassin (Hou Hsiao-hsien, 2015)
52 Tropical Malady (Apichatpong Weerasethakul, 2004)
53 Ida (Pawel Pawlikowski, 2013)
53 Moulin Rouge! (Baz Luhrmann, 2001)
53 Once Upon a Time in Anatolia (Nuri Bilge Ceylan, 2011)
56 Werckmeister Harmonies (Bela Tarr and Ágnes Hranitzky, 2000)
56 Zero Dark Thirty (Kathryn Bigelow, 2012)
58 A History of Violence (David Cronenberg, 2005)
58 Inglourious Basterds (Quentin Tarantino and Eli Roth, 2009)
58 Moolaadé (Ousmane Sembene, 2004)
58 Syndromes and a Century (Apichatpong Weerasethakul, 2006)
58 Under the Skin (Jonathan Glazer, 2013)
63 Fish Tank (Andrea Arnold, 2009)
63 The Great Beauty (Paolo Sorrentino, 2013)
63 The Turin Horse (Bela Tarr and Ágnes Hranitzky, 2011)
66 Spring, Summer, Fall, Winter…and Spring (Kim Ki-duk, 2003)
66 The Hurt Locker (Kathryn Bigelow, 2008)
68 Carol (Todd Haynes, 2015)
68 The Royal Tenenbaums (Wes Anderson, 2001)
70 Stories We Tell (Sarah Polley, 2012)
70 Tabu (Miguel Gomes, 2012)
72 Before Sunset (Richard Linklater, 2004)
72 Only Lovers Left Alive (Jim Jarmusch, 2013)
74 Spring Breakers (Harmony Korine, 2012)
75 Dogville (Lars von Trier, 2003)
75 Inherent Vice (Paul Thomas Anderson, 2014)
75 The Diving Bell and the Butterfly (Julian Schnabel, 2007)
78 Almost Famous (Cameron Crowe, 2000)
78 The Return (Andrey Zvyagintsev, 2003)
78 The Wolf of Wall Street (Martin Scorsese, 2013)
81 A Prophet (Jacques Audiard, 2009)
81 A Serious Man (Joel and Ethan Coen, 2009)
81 A.I. Artificial Intelligence (Steven Spielberg, 2001)
81 Her (Spike Jonze, 2013)
81 Shame (Steve McQueen, 2011)
86 Amélie (Jean-Pierre Jeunet, 2001)
86 Far From Heaven (Todd Haynes, 2002)
88 Spotlight (Tom McCarthy, 2015)
89 The Headless Woman (Lucrecia Martel, 2008)
90 Finding Nemo (Andrew Stanton, 2003)
90 Let the Right One In (Tomas Alfredson, 2008)
90 Moonrise Kingdom (Wes Anderson, 2012)
90 Ratatouille (Brad Bird and Jan Pinkava, 2007)
90 The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford (Andrew Dominik, 2007)
90 The Pianist (Roman Polanski, 2002)
90 The Secret in Their Eyes (Juan José Campanella, 2009)
97 Ten (Abbas Kiarostami, 2002)
97 The Gleaners and I (Agnès Varda, 2000)
97 White Material (Claire Denis, 2009)
100 Carlos (Olivier Assayas, 2010)
100 Requiem for a Dream (Darren Aronofsky, 2000)
100 Toni Erdmann (Maren Ade, 2016)

Kalandar Soğuğu 16 Eylül'de Sinemalarda!

$
0
0


SİNOPSİS
Karadeniz’in bir dağ köyünde, aailesiyle birlikte yaşayan Mehmet, bir yandan beslediği birkaç hayvanla, günlük ihtiyaçlarını temin ederken, diğer yandan büyük bir tutkuyla; dağlarda maden rezervi aramaktadır. Zamanla umutsuz bir çabaya dönüşen maden arama fikri Mehmet’in duyduğu bir haberle yerini yeni bir maceraya bırakır; Mehmet Artvin’de gerçekleştirilecek olan boğa güreşlerine katılacaktır. Sıradan bir yaşam mücadelesi gibi görünen bu hikâyenin arka planında, dokunaklı bir hayatın, inceden inceye örülen bir mücadelenin ve doğa, insan, hayvan ilişkisinin naif bir portresi çizilmektedir.


YÖNETMEN GÖRÜŞÜ
Kalandar Soğuğu, gösterişten ve yapaylıktan uzak, olabildiğince içten, gerçekçi ve tutarlı bir ‘hikâye anlatma tutkusu’yla ortaya çıkmıştır. Neredeyse hiç el değmemiş, bakir doğasıyla Karadeniz’in ücra bir dağ köyünde yaşanan küçük dramları, sıradan hikayeleri, aile ve komşuluk ilişkilerini; doğa, insan, hayvan ilişkisini derinlemesine ele almak, bu ilişkinin ince anlamını modern insana hissettirebilmek önemli bir hedeftir. Sinema sanatının teknik ve estetik imkanlarından taviz vermeden gerçeğe sadık kalabilmek, bu filmin ayırt edici ve iddialı bir özelliği olarak anlaşılmalıdır.


YÖNETMEN PROFİLİ
Mustafa Kara, 1980 yılında Trabzon`da doğdu, Cumhuriyet Üniversitesi Radyo ve Televizyon Bölümü'nden mezun oldu. İlk uzun metraj filmi 2006 yılında, Türkiye ve İngiltere ortak yapım olan "Umut Adası"dır. Nermin Aytekin ile birlikte 2009 yılında "Karafilm Prodüksiyonu" kurdu. Birçok belgesel ve reklam filmi çalışmalarından sonra "Kalandar Soğuğu" ikinci uzun metrajlı filmidir.

YAPIMCI PROFİLİ
Nermin Aytekin Cumhuriyet Üniversitesinde Radyo ve Televizyon bölümünden mezun oldu. Uzun süre reklam ve Belgesel filmlerin editörlüğünü yaptıktan sonra. Belgesel ve Tv Filmlerinin yapımını üstlendi. Kültür Bakanlığı ve Eurimages destekli, Katapult Film (Macaristan) ve TRT ortak yapımı ``Kalandar Soğuğu`` filmi ilk uzun metraj sinema filmidir.

Magnificent Seven 23 Eylül'de Sinemalarda

$
0
0

Yönetmen Antoine Fuqua kendi modern vizyonuyla Metro-Goldwyn-Mayer Pictures ile Columbia Pictures’ın klasik filmi “The Magnificent Seven/Muhteşem Yedili”yi yeniden yorumladı. Rose Creek kasabasının sanayici Bartholomew Bogue’un (Peter Sarsgaard) ölümcül kontrolüne girmesiyle, çaresiz kasaba halkı, Emma Cullen’ın (Haley Bennett) önderliğinde kanun kaçakları, kelle avcıları, kumarbazlar ve paralı silahşörlerden oluşan yedi kişiyi –Sam Chisolm (Denzel Washington), Josh Faraday (Chris Pratt), Goodnight Robicheaux (Ethan Hawke), Jack Horne (Vincent D’Onofrio), Billy Rocks (Byung-Hun Lee), Vasquez (Manuel Garcia-Rulfo) ve Red Harvest (Martin Sensmeier)–  kendilerini korumaları için tutarlar. Bu paralı korumalar kasabayı yaklaşmakta olduğunu bildikleri şiddetli hesaplaşmaya hazırlarlarken kendilerini paradan fazlası için mücadele ederken bulurlar.

Metro-Goldwyn-Mayer Pictures ve Columbia Pictures, LStar Capital ve Village Roadshow Pictures işbirliğiyle, bir Pin High/Escape Artists yapımı olan “The Magnificent Seven/Muhteşem Yedili”yi sunar. Başrollerini Denzel Washington, Chris Pratt, Ethan Hawke, Vincent D’Onofrio, Byung-Hun Lee, Manuel Garcia-Rulfo, Martin Sensmeier, Haley Bennett, Matt Bomer ve Peter Sarsgaard’un paylaştığı filmi Antoine Fuqua yönetti. “The Magnificent Seven/Muhteşem Yedili”nin senaryosu Nic Pizzolatto ve Richard Wenk’in imzasını taşıyor. Yapımcılığını Roger Birnbaum ve Todd Black’in üstlendiği filmin yönetici yapımcıları ise Walter Mirisch, Antoine Fuqua, Bruce Berman ve Ben Waisbren. Filmin görüntü yönetimini ASC’den Mauro Fiore, yapım tasarımını Derek R. Hill, kurgusunu ACE’den John Refoua, kostüm tasarımını ise Sharen Davis gerçekleştirdi. Müziğini James Horner ve Simon Franglen’in bestelediği “The Magnificent Seven/Muhteşem Yedili” 14 Eylül 2016’dan itibaren dünya çapında gösterime girecek.


FİLM HAKKINDA

Kanunsuzlar, silahlı soyguncular, kelle avcıları ve kumarbazlardan oluşan yedi kişilik bir çetenin yozlaşmış bir kasabayı kurtarmak için bir araya geldiği “The Magnificent Seven/Muhteşem Yedili”de Denzel Washington’la yeniden birlikte çalışma olanağı bulan yönetmen Antoine Fuqua, “MGM benden bir Western yapmamı istediğinde, bu olasılık beni heyecanlandırdı çünkü ben Western filmlerle büyüdüm” dedikten sonra, şöyle devam ediyor: “Sonra kendime sordum: ‘Neden şimdi bir Western yapmalıyım? Bu neden önemli olsun?’ Ve verdiğim yanıt şuydu: Günümüzde dünyamızda olup biten zorbalık, bu hikayeyi güncel kılıyor. Zorbalıkla savaşmak için özel bir grup insana ihtiyacınız var.” Fuqua’nın ayrıca bu sinema türüne de zaafı vardı çünkü çocukken büyükannesiyle Western filmler seyrediyordu.

Bu hikayede bencillikten uzaklaşma ve kendini feda etme teması var –kanunun dışında yaşamış bir grup adam bir topluluğa hizmet etmek için özverili bir şey yapıyorlar ve yaptıkları şeyde başkalarına yardım etmekten başka bir amaç gütmüyorlar” diyor yapımcı Roger Birnbaum ve ekliyor: “Dış güçlerle savaşmak için, kendi içlerine dönüp, imkansız görünen bir şeyi kendi çabalarıyla başarıyorlar… yedi adam bir orduya karşı… insanların öleceğini biliyorlar… ve bunu yalnızca ama yalnızca yapılması doğru olan şey olduğu için yapıyorlar.”

Birnbaum’la birlikte yapımcılığı üstlenmiş olan Todd Black ise şunları söylüyor: “Daha yaşlı bir nesil bu filmin adını biliyor olabilir ama günümüz nesli bilmiyor; işte o yüzden de yeniden yapılma vakti gelmişti. Antoine’un içgüdüsel ve yoğun sinematik yaklaşımı, bir grup silah arkadaşını konu alan klasik bir hikayeye çağdaş ve stilize bir his katıyor. Bu, özünde, doğruyu yapan bir grup erkeğin sade bir hikayesi –benim yaptığım her filmde bulmaya çalıştığım bir şey bu” diyor yönetmen.

Filmin yeniden yapılması fikri, daha önce Metro-Goldwyn-Mayer’ın Ortak Başkanı ve Ortak CEO’su olan, 2010’da eski ortağı Gary Barber’la birlikte stüdyonun başına geçen Roger Birnbaum’la başladı. “O dönemde, fazla bir gelişme olmamıştı, dolayısıyla sıfırdan başladık” diyen Birnbaum, şöyle devam ediyor: “MGM’in muhteşem kütüphanesine bakıyorduk ki ‘The Magnificent Seven/Muhteşem Yedili’ karşıma çıkıverdi. Önce çocukken, daha sonra da sinema öğrencisiyken bu filme bayılmıştım. Filmin ‘The Seven Samurai/Yedi Samuray’dan uyarlandığını öğrendiğimde, bunun klasik bir hikaye olduğunu ve yeniden anlatılmaya değer olduğunu düşündüm.” Sonrasında, Birnbaum yapımcı olarak çalışmak üzere stüdyodan ayrıldığında, “The Magnificent Seven/Muhteşem Yedili” onun ilk projesi oldu. Columbia Pictures proje için Metro-Goldwyn-Mayer’la ortaklığa girişti.

Bu şekilde, Fuqua’nın “The Magnificent Seven/Muhteşem Yedili”yi yeniden yorumlayışı günümüze yönelik olacaktı. Fuqua bunun için çeşitli yöntemlere başvurdu. Bnların başında başrol oyuncuları geliyordu. “Henüz görmediğimiz bir şeye ihtiyacım vardı; Western türünde daha önce beyaz perdede görülmemiş bir bakış açısına” diyor Fuqua ve ekliyor: “Bu yüzden, ‘Denzel Washington’a ne dersiniz?’ diye sordum. Odadaki herkes tamamen sessizleşti –ama sonra bir patlama yaşandı. ‘Bu muhteşem olur. Sence kabul eder mi?’”

Fuqua ile Washington’ın çok güçlü bir ilişkileri var. “Antoine’la büyük başarı elde ettiğimiz aşikar” diyen Washington, şöyle devam ediyor: “‘Training Day’le Oscar® kazandık ve ‘The Equalizer’la da büyük gişe hasılatı elde ettik. O çok usta bir sinemacı; ne yaptığını biliyor ve benim nasıl yapılacağını bildiğim şeyi yapmama izin veriyor. Çok uyumluyuz.”

Black aktörün projeye birkaç nedenden ötürü ilgi duyduğunu düşündüğünü belirtiyor: “Bana kalırsa, Denzel bu filmi yapmak istedi çünkü daha önce hiç Western yapmamıştı. Nadiren kalabalık oyuncu kadrosuyla çalışıyor ve bence bunu denemenin eğlenceli olacağını düşündü. Bir aksiyon filmi yapmanın farklı bir yoluydu. Ayrıca, Antoine’la güçlü bir ilişkisi vardı. Ama en önemlisi projenin farklı oluşuydu; o, her zaman farklı olanı arar.”

Doğal olarak, Washington yedilinin lideri olan Chisolm’u oynama ihtimaline de ilgi duydu. “Bu dünyaya masumları korumak için gelmiş olanlar vardır” diyor aktör ve ekliyor: “O, bu kasaba için doğru zamanda doğru adam.”

Washington başı çekince, yapımcılar Chisolm’un sağ kolu ve yediliye ilk katılan isim olan kumarbaz Josh Faraday’i oynaması için Chris Pratt’e teklif götürdüler. Pratt bu teklifi seve seve kabul etti. Aktör gerçek anlamda kızıldericilik-kovboyculuk oynama fırsatının karşı konulamaz olduğunu söylerken birçok rol arkadaşının duygularına tercüman olduğunu belirtiyor: “Bir Western’de rol almak istediğimi sağa sola duyurmuştum. Hikayeyi okuyup filmin vizyonunu gördüğümde çok heyecanlandım” diyen Pratt, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bir Western yapma konusunda bu kadar heyecanlanmamın nedeni binicilik ve atıcılık eğitimi alabilme fırsatıydı. At rençperimiz Bobby’yle ve tüm o gerçek kovboylarla takılma olanağı bulmak çok büyük bir ödüldü. Kırk beş kalibrelik gerçek Colt Peacemaker silahı kullanmak –onunla atış yapmak, parmağımda döndürmek– çok eğlenceliydi. Orada hepimiz koca birer çocuktuk.”

Aslında, aktörler gerçek hayatta da birer silah arkadaşı, filmdeki karakterlerine yansıdığı gibi yakın dost oldular. Birnbaum bu konuda, “Aktörlerimiz kendi aralarında gerçekten oyuncuydular. Rolleri doldurmaları için isteyebileceğimiz en iyi ve en istekli aktörler olmalarının yanı sıra, filmde çelıştığımız her günü çok daha eğlenceli kılan müthiş insanlardı” diyor.

Washington ve Pratt’in kadroya dahil olmasının ardından, yapımcılar onları çevreleyecek rolleri kimlerin oynayacağını düşünmeye başladılar. “Denzel’la birlikte oturup konuştuk. Batı hakkında bir sürü kitap okumaya koyulduk ve o dönemlerde ne kadar büyük bir çeşitlilik olduğunu konuştuk. Dünyanın her yerinden insanlar vardı: Meksika, İrlanda, Rusya. ‘O BATI’yı görmek istiyorum’ diye düşündüm” diyor Fuqua.

Filmlerde çok az görülmüş bir gerçeği yansıtan “The Magnificent Seven/Muhteşem Yedili”, aynı zamanda günümüz dünyasını da yansıtıyor. Fuqua şunları söylüyor: “Normalde bu sinema türünde görmediğiniz bu müthiş oyunculara sahip olmak muhteşemdi. Bunun gerçekten benzersiz ve çağdaş bir şey olduğunu düşündüm. Geleneksele sadık kalırken, bir yandan da bu çağdaş hissin olması beni çok heyecanlandırdı.

Bunu akıllarının bir kenarında tutan yapımcılar, senarist Nic Pizzolatto ve Richard Wenk’le birlikte, farklı farklı genç aktörler tarafından canlandırılan yeni karakterler yarattılar: Goodnight Robicheaux rolünde Ethan Hawke; Jack Horne rolünde Vincent D’Onofrio; Billy Rocks rolünde Güney Koreli yıldız Byung-Hun Lee; Vasquez rolünde Meksikalı aktör Manuel Garcia-Rulfo; Red Harvest rolünde Amerikan yerlisi aktör Martin Sensmeier.

Ethan Hawke tüm bu karakterlerin gruba farklı nedenlerden ötürü katıldığını söylüyor: “Biri bir rüyası olduğu için orada. Biri ailesini kaybettiği için orada. Biri bir arkadaşı için orada. Biri gizlediği bir sırrı olduğu için orada. Biri başka ne yapacağını bilmediği için orada. Hiçbiri etik nedenler yüzünden oarada değil ama tesadüfen kendilerini doğru şeyi yaparken buluyorlar ve bu onlara kendilerini iyi hissettiriyor ve onları motive ediyor.”

Aslında, “The Magnificent Seven/Muhteşem Yedili”nin temaları o kadar güçlü ki kültürlerin ve nesillerin ötesine geçiyor –orijinal filmin kendisinin de bir yeniden yapım olduğu gerçeğinin kanıtladığı gibi. “Kurosawa, Amerikan fimlerini insanların fark ettiğinden daha fazla etkiledi; ve ‘The Seven Samurai/Yedi Samuray’ bizim sinemamıza her şekilde katkı sağladı” diyen Antoine Fuqua, şöyle devam ediyor: “DNA o; bu filmlerin anası o. Orijinal filmi izlemiştim ve sinemacı olmak istememi sağlamıştı. Kurosawa o filmi alan derinliği, güçlü ön planlar, büyük ve panaromik açılarla çekti; iyi de olsalar kötü de olsalar samuraylarla gölgelerde oynadı. Kurosawa’nın karakterleri başıboş samuraylar, biraz tehlikeli ve şiddet eğilimli adamlar ama bunlar aynı zamanda görev adamı ki zaten samurayın da anlamı bu. Tüm bunlar Sturges’ın filmine yansıdı elbette ama bizim filmimize daha da çok yansıdı.”

Fuqua 1960 filmi ile yeni film arasındaki diğer farklılıkları şöyle açıklıyor: “Sturges’ın filmi müthişti, Amerika’nın kendisini belli bir şekilde gördüğü bir dönemde yapılmıştı. Western kahramanının siyah-beyaz bir bütünlüğünün olduğu dönemlerdi. Fakat Western kahramanı zamanla değişti ve bu da onun dünyaya yansıtılışını belirledi. Daha sonra, Western kahramanı daha karanlık, daha karmaşık ve biraz daha tehlikeli oldu. ‘Stagecoach’taki John Wayne ‘The Searchers’daki John Wayne oldu; Vietnam’dam sonra, ‘The Wild Bunch’ gibi, kahramanların kötü adamlar olduğu ama yine de onlara aşık olduğunuz filmler çıktı. İzleyiciler daha karmaşık, o kadar da bütünlük içinde olmayan karakterlerle özdeşleşebildiler.”

Günümüzde, ahlak mevhumları yerli yerinde olduğu sürece, daha karanlık bir kahraman yaratabilir, onu daha karmaşık hâle getirebilirsiniz” diyor Fuqua ve ekliyor: “Onların günümüz dünyasını yansıtmasını sağlayabilirsiniz. O zamanlar Denzel Washington’ın başrol oynaması asla olmayacak bir şeydi çünkü Amerikalılar kendilerini asla o şekilde görmemişlerdi, oysa günümüzde Western, içinde yaşadığımız dünya hissi vermeli. Yine de, ne olursa olsun, iyi adamlar iyi adam, kötü adamlar kötü adam; biz bu filmi hazırlarken, DNA’sının doğru olduğundan emin olmak için dönüp ‘The Seven Samurai’ı yeniden izledik. Her kim olursanız olun ya da ne yaparsanız yapın, ahlaki açıdan, yadıma ihtiyacı olanlar için doğru olanı yapmak zorundasınız.”

Fuqua’nın vizyonunda, film klasik şekilde çekildi: Mümkün olan her yerde görsel efektten kaçınıldı; tehlikeli sahneleri ve aksiyonu kamerayla çekmek için dünyanın en iyi bazı dublörleriyle çalışıldı. Chris Pratt bunu etkileyici bulduğunu söylüyor: “Dev setleri olan, çap olarak bunun kadar büyük bir çok filmde çalıştım, ama bunların çoğu –‘Guardians of the Galaxy’, ‘Jurassic World’– büyük ölçüde görsel efekte dayalıydı. Bu filmde sahnelerde dublörlerle gerçek çekimler yapıldı. Birinin hızla ilerlemekte olan bir attan düşüşünü her gördüğünüzde ki o kişi aslında bir dublör; ve böyle yüzlerce sahne var.”


68. Emmy Ödülleri Sahiplerini Buldu

$
0
0

DRAMA
  •          En iyi Dizi  - Game of Thrones
  •          En iyi Erkek oyuncu – Rami Malek ( Mr. Robot)
  •          En İyi Kadın Oyuncu – Tatiana Maslany (Orphan Black)
  •          En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu – Ben Mendelsohn (Bloodline)
  •          En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu – Maggie Smith (Downtown Abbey)
  •          En İyi Yönetmen – Miguel Sapochnik (Game of Thrones – Battle of the Bastards)
  •          En İyi Senaryo  - David Benioff  & D.B. Weiss (Game of Thrones – Battle of the Bastards)

KOMEDİ
  •          En iyi Dizi  - Veep
  •          En iyi Erkek oyuncu – Jeffrey Tambor (Transparent)
  •          En İyi Kadın Oyuncu – Julia Louis Dreyfus (Veep)
  •          En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu – Louie Anderson (Baskets)
  •          En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu – Kate McKinnon (Saturday Night Live)
  •          En İyi Yönetmen –  Jill Soloway (Transparent –Man of the Land)
  •          En İyi Senaryo  - Aziz Ansari & Alan Yang (Master of None – Parents)

MİNİ DİZİ – TV FİLMİ
  •          En iyi Mini Dizi  - The People v. O.J. Simpson: American Crime Story 
  •          En İyi TV Filmi – Sherlock: The Abominable Bride
  •          En iyi Erkek oyuncu – Courtney B. Vance (The People v. O.J. Simpson: American Crime Story )
  •          En İyi Kadın Oyuncu – Sarah Paulson (The People v. O.J. Simpson: American Crime Story )
  •          En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu – Sterling K. Brown(The People v. O.J. Simpson: American Crime Story )
  •          En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu – Regina King (American Crime)
  •          En İyi Yönetmen –  Susanna Bier (The Night Manager)
  •          En İyi Senaryo  - D.V. DeVincentis (The People v. O.J. Simpson: American Crime Story)

Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nin Bu Yılki Konusu ‘Yoksulluk’

$
0
0

Herkes İçin Adalet temasıyla 2011 yılından bu yana düzenlenen “Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali”nin altıncısı, 29 Eylül 2016 Perşembe günü, İstanbul Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda yapılacak gala ile perdelerini açıyor.

AÇILIŞ GALASI VE FİLMİ “MA'ROSA” CRR'DE
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi tarafından her yıl düzenlenen “Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali” film seçkileri ve akademik içeriğinde bu yıl “Yoksulluk” konu ediliyor. 29 Eylül 2016 Perşembe günü İstanbul Cemal Reşit Rey'de gerçekleşecek açılış galası ile başlayacak festivalde, Brillante Mendoza yönetmenliğinde çekilen Ma'Rosa (Rosa Anne) filmi gösterilecek.
FİLM GÖSTERİMLERİ ATLAS VE FERİYE'DE
Festivalin Altın Terazi Uzun ve Kısa Metrajlı Filmler Yarışmalarında ödüller sahiplerini bulmak üzere 30 Eylül 2016-6 Ekim 2016 tarihlerinde Beyoğlu Atlas ve Ortaköy Feriye sinemalarında gösterimde olacak.
ALTIN TERAZİ UZUN METRAJ FİLM YARIŞMASI
Altın Terazi Uzun Metraj Film yarışmasında; İspanya, Türkiye, Güney Kore, İrlanda, İngiltere, Hollanda, Japonya, Gürcistan, Avusturya ve Peru'dan 10 film ödülü arayacak.
Gürcistan'dan yönetmen Nino Basilia'nın Anna'nın Hayatı (Anna's Life) filmi,
İspanya'dan yönetmen Juan Miguel del Castillo'nun Aç ve Açıkta (Techo y Comina- Food & Shelter) filmi,
Güney Kore'den yönetmen E J-yong'un Baküs Leydi (Jug-Yeo-Ju-Neun Yeo-Ja-The Bacchus Lady) filmi,
İrlanda'dan yönetmen Declan Recks'in Hakikat Komisyonu (The Truth Comissioner) filmi,
Japonya'dan yönetmen Kôji Fukada'nın Harmonyum (Fuchi Ni Tatsu-Harmonium) filmi,
Peru'dan yönetmen Salvador del Solar'ın Kefaret (Magallenes) filmi,
İngiltere'den yönetmen Helen Walsh'un Kuralsızlar (The Violators) filmi,
Hollanda'dan yönetmen Iglika Triffonova'nın Savcı, Avukat, Baba ve Oğlu (The Prosecutor, The Defender, The Father & His Son) filmi,
Avusturya'dan yönetmen Mirjam Unger'in Uç Uç Böceğim (Fly Away Home) filmi,
Türkiye'den yönetmen Olgun Özdemir'in Vicdan Ağacı (Point Of Conscience) filmi; başkanlığını Arnavut yönetmen Isa Qosja yapacağı, oyuncu Füsun Demirel, yönetmen İsmail Güneş, oyuncu Mert Fırat ve İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Selman Dursun içinde bulunduğu jüri heyeti tarafından değerlendirmeye alınacak.

Altın Koza'lar Sahiplerini Buldu

$
0
0

    • En İyi Film: KOCA DÜNYA (Yapımcı: Ömer Atay, Yönetmen: Reha Erdem)
    • Adana İzleyici Ödülü: İFTARLIK GAZOZ (Yapımcı: Yüksel Aksu/Elif Dağdeviren/Muzaffer Yıldırım,Yönetmen:Yüksel Aksu)
    • Yılmaz Güney Ödülü   : BABAMIN KANATLARI (Yapımcı: Soner Alper, Yönetmen: Kıvanç Sezer)
    • En İyi Yönetmen: MEHMET CAN MERTOĞLU (Albüm)
    • En İyi Senaryo: MEHMET CAN MERTOĞLU (Albüm)
    • Jüri Özel Ödülü: TARLA (Yapımcı: Taha Altaylı/Sezgi Üstün San, Yönetmen: Cemil Ağacıkoğlu)
    • En İyi Kadın Oyuncu: GİZEM ERDEM (Rüya)
    • En İyi Erkek Oyuncu: MENDERES SAMANCILAR (Babamın Kanatları)
    • En İyi Müzik: BAJAR (Babamın Kanatları)
    • En İyi Görüntü Yönetmeni: FLORENT HERRY (Koca Dünya)
    • En İyi Sanat Yönetmeni: MERAL EFE/YUNUS EMRE YURTSEVEN (Albüm)
    • En İyi Kurgu: UMUT SAKALLIOĞLU (Babamın Kanatları)
    • Yardımcı Rolde En İyi Kadın Oyuncu: KÜBRA KİP (Babamın Kanatları)
    • Yardımcı Rolde En İyi Erkek Oyuncu : MUSAP EKİCİ (Babamın Kanatları)
    • Türkan Şoray Umut Genç Veren Kadın Oyuncu: ECEM UZUN (Koca Dünya)
    • Umut Veren Genç Erkek Oyuncu: ILGAZ KOCATÜRK (Tarla)
    • Siyad En İyi Film Ödülü: BABAMIN KANATLARI
    • Film-Yön En İyi Yönetmen Ödülü   :REHA ERDEM (Koca Dünya)

Tom Hanks Inferno ile Tekrar İstanbul'da

$
0
0
Tom Hanks bu filmde, daha önce Dan Brown'un “Da Vinci Şifresi”, “Melekler ve Şeytanlar” kitaplarının da ana karakteri olan Robert Langdon'ı tekrar canlandırıyor. Yönetmenliğini Ron Howard’ın üstlendiği, senaryosunu ise David Koepp’in yazdığı filmde, Tom Hanks’a oyuncu Felicity Jones eşlik ediyor.
CEHENNEM / INFERNO, ülkemizde 14 Ekim’de vizyona girecek.

Trendeki Kız 7 Ekim'de Sinemalarda

$
0
0

Altın Küre ödüllü oyuncu EMILY BLUNT, (Rachel Watson) dönüşümsel becerisi ve çok yönlü performanslarıyla, günümüzün en talep gören oyuncularından biri. Blunt, My Summer of Love ve The Devil Wears Prada gibi filmlerdeki muazzam performanslarıyla uluslararası şöhrete ulaştı.

Blunt yakında 1964 yapımı klasik film Mary Poppins'in devam filmi olan Mary Poppins Returns'ün çekimlerine başlayacak. Blunt, yönetmenliğini Rob Marshall'ın yapacağı ve Walt Disney Pictures tarafından 2018'de gösterime sokulacak filmde Lin-Manuel Miranda'yla birlikte oynayacak. Blunt aynı zamanda 2017 yılında Lionsgate ve Hasbro Studios'dan çıkacak My Little Pony: The Movie'de de yeni bir karakterin seslendirmesini yapacak. Blunt, Benicio Del Toro ve Josh Brolin'in de rol aldığı, uyuşturucuya karşı verilen savaşın konu edildiği Denis Villeneuve filmi Sicario'da canlandırdığı FBI ajanı Kate Macer rolüyle büyük beğeni topladı. Filmin galası Cannes Film Festivali'nde yapıldı ve gösterime girdiğinde yılın en iyi gişe yapan filmlerinden biri oldu. Blunt daha önce, Walt Disney Pictures'tan çıkan, Into the Woods müzikalinin Rob Marshall'ın yönetmenliğini yaptığı film uyarlamasında Fırıncının Karısı performansıyla beğeni toplamış ve Altın Küre Ödülü'ne aday gösterilmişti. Blunt, Universal Pictures'tan çıkan, Chris Hemsworth, Charlize Theron ve Jessica Chastain'le birlikte oynadığı Cedric Nicolas-Troyan filmi The Huntsman: Winter's War'da da oynadı.
Altın Küre'ye aday gösterilmiş, çarpıcı Avrupalı oyuncu REBECCA FERGUSON (Anna) uluslararası seyircilerin dikkatini, hit BBC One/Starz dizisi The White Queen'deki sembolleşmiş Kraliçe Elizabeth rolüyle çekti. Ferguson şu an Ryan Reynolds'la birlikte rol aldığı, Skydance Productions'tan çıkacak bilim kurgu gerilim Life'ın çekimlerini gerçekleştiriyor. Hikâyede, Mars'tan bir numune getirdikten sonra, uluslararası uzay istasyonu ekibinin, bu numunenin yaşam belirtileri gösterdiğini keşfetmesini ve beklendiğinden daha da akıllı çıkmasını konu ediyor. Ferguson, Michael Fassbender ve Charlotte Gainsbourg'la birlikte rol aldığı Tomas Alfredson filmi The Snowman'ın çekimlerini tamamladı. Pembe eşarbı meşum bir kardan adama sarılmış hâlde bulunan bir kadının ortadan kaybolmasını konu alan film, 2017'de gösterime girecek. Varlığıyla dikkat çeken, doğuştan yetenekli HALEY BENNETT (Megan) hızla Hollywood'un en dinamik kadın oyuncularından biri olduğunu ortaya koyuyor.

YAPIM KADROSU HAKKINDA
Yönetmen Tate Taylor, ekranda sıra dışı hikâyeler anlatma becerisiyle, sinemacılıkta ayrı bir ses oldu. Taylor son olarak Get on Up adlı, durdurulamaz bir müzik gücü ve kültürel bir sembol olan James Brown'ın hayat hikâyesini anlatan filmi çıkardı. Filmin yönetmenliğini, ortak senaristliğini yaptı ve filmi kendisine ait Wyolah Films'ten çıkardı. Filmde Chadwick Boseman oynadı ve Taylor, Oscar'a aday gösterilmiş Viola Davis ve Oscar Ödüllü Octavia Spencer'la tekrar bir araya geldi.

Taylor daha önce çok beğenilen, gişe hiti The Help'i yönetmiş, film En İyi Film, En İyi Kadın Oyuncu ve iki En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dâhil olmak üzere dört dalda Oscar'a aday gösterilmiş, Octavia Spencer, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü'nü kazanmıştı. Film aynı zamanda SAG En İyi Film Kadrosu Ödülü'yle onurlandırılmıştı. Prodüksiyon aşamasında Taylor ve kitabın yazarı Kathryn Stockett, senaristleri ve yönetmenleri eğitmek için bir eğitmenlik programı kurmuştu. ERIN CRESSIDA WILSON (Senaryo) ödüllü ve yurt dışında da tanınan bir senarist ve oyun yazarı. 2003'te, ilk senaryosu, James Spader ve Maggie Gyllenhaal'lu Secretary'yle Independent Spirit Ödülü kazandı. Wilson güçlü ve genelde kışkırtıcı kadın başrollerin olduğu kitapların uyarlaması için ilk gidilecek isim oldu. Wilson şu an Amy Pascal ve Sony Pictures için Lisa Hilton'ın Maestra'sının yanı sıra, yapımcı Scott Rudin ve Fox Searchligt için Ottessa Moshfegh'in ilk romanı Eileen'i ve Working Title'la Universal Pictures için de Anna Snoekstra'nın The New Winter'ını uyarlıyor. Kendisi aynı zamanda Scarlett Johansson'lı Rupert Sanders filmi Ghost in the Shell üstünde de çalışıyor. HBO'nun Martin Scorsese/Mick Jagger dizisi Vinyl'de hem senaristlik yaptı hem de dizinin yapımcılığını üstlendi.

Diğer filmleri arasında şunlar yer alıyor: Robert Downey Jr. ve Nicole Kidman'lı Fur: An Imaginary Portrait of Diane Arbus, Julianne Moore, Liam Neeson ve Amanda Seyfried'li, Ivan ve Jason Reitman'ın yapımcılığını üstlendiği Atom Egoyan filmi Chloe. Wilson, yapımcılığını Michael Costigan, Ridley Scott ve merhum Tony Scott'ın  yapımcılığını üstlendiği Fox Searchlight'tan çıkan Chan-wook Park filmi Stoker'da da çalışmıştı. Jennifer Garner, Adam Sandler ve Ansel Elgort'lu Men, Women & Children filminde yeniden Reitman'la bir araya geldi.

Kalandar Soğuğu Türkiye’nin Oscar Adayı!

$
0
0
Yönetmenliğini Mustafa Kara’nın üstlendiği Tokyo Film Festivali, Antalya Film Festivali, İstanbul Film Festivali gibi ulusal ve uluslararası pek çok festivalden aldığı ödüllerle adından söz ettiren ve 16 Eylül’de vizyon seyircisinin karşısına çıkan Kalandar Soğuğu önemli bir başarıya imza attı.

89. Akademi Ödülleri’nde ‘Yabancı Dilde En İyi Film’ kategorisinde temsil etmek üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı ile sinema meslek örgütlerinin oluşturduğu seçici kurul tarafından Kalandar Soğuğu Türkiye’nin Oscar adayı seçildi.

Karadeniz’in bir dağ köyünde geçen ve eşsiz sinematografisiyle doğa-insan ilişkisi üzerine dokunaklı bir hikaye anlatan filmin gelecek başarılarını heyecanla bekliyoruz.

Ağlama Nasıl Denir Kürtçe, Sakine?

$
0
0
Film Hafızası dergisinin ikinci sayısında ana akım sinemanın görmezden geldiği, toplumun ötekileştirdiği unsurlar üzerine ana konuyu “sinemanın ara renkleri” seçmiştik. Bu kapsamda Kürt sorununa ilişkin Handan İpekçi'nin 2001 yapımı Büyük Adam Küçük Aşk analizim şimdi sizlerle.



Ağlama Nasıl Denir Kürtçe, Sakine?
“...ölümün ucundan döndün çocuk, ölmeye yakın olan benim
anam ebelik yapıp okuttu beni, akıllı kadındı. Çok çalıştı genç öldü.
şimdikiler özel okullarda okuyor, İngilizce.
bir millet diline sahip çıkmalıdır.
bunu ekmekle dört kere katık edip yedin mi hiç? Zeytin, al.
insanlar bozuldu, biz bozduk, dengeyi bozduk, doğayı bozduk, her şeyi bozduk…”

Cumhuriyet değerlerine sıkı sıkıya bağlı emekli hâkim Rıfat Bey (Şükran Güngör) ile tek bir kelime Türkçe bilmeyen Kürt kızı Hejar’ın (Dilan Erçetin) önce mesafeli başlayıp, sonrasında birbirlerinin yalnızlıklarına ortak oldukları Büyük Adam Küçük Aşk (2001), son dönem Türkiye sinemasında “Kürt” realitesi hakkında çekilmiş en cesur ve bir o kadar da samimi bir film. Rahmetli Şükran Güngör’ün de son filmi olma özelliği taşıyan bu yapım, yayınlandığı sene maalesef bir başka sorun olan sansür belasından kaçamamış ve filmin izleyiciyle buluşması epey gecikmişti. Kültür Bakanlığı'ndan destek alıp çekildikten sonra sansüre uğraması da ülkemizin “yaşamasak aslında komik ülke” tanımlamasına katkı yapabilecek absürtlükteydi.
Köyüne yapılan bir operasyonda yakınlarını kaybeden minik Hejar, akrabası Evdo ile birlikte İstanbul’a gelir ve bir avukat yakınlarının evine yerleşir. Eve yapılan polis baskınıyla hayatındaki ikinci şoku yaşayan Hejar, komşuları Rıfat Bey’in yanına sığınır ve mecburiyetten doğan bu ilişki zamanla birbirlerine duyacakları ihtiyaç, anlayış ve sevgiye evrilir.
İlk başlarda yaş ve dil farklılıkları yüzünden anlaşmakta zorluk çeken ikili, zamanla sevgi ve bağımlılık sayesinde duvarları yıkarlar ve yakınlaşmaya başlarlar. Rıfat Bey’in dil konusunda keskin ve aksini kabul etmeyen görüşleri mevcuttur. Buradaki ret mekanizması aslında var olan realitenin de reddi anlamına gelir. Çünkü anadil bir kişinin toplumsal kimliğinin oluşmasında temel rolü oynar. Kürt kimliğini reddeden anlayışın ilk icraatı, Kürtçe'yi reddetmek olacaktır doğal olarak. Farklılıklardan çekinip bencilce bir dürtüyle kendi gerçeklerini başkalarına empoze etmeye çalışan faşist bir anlayışın –biraz da klişeleştirilmiş- tezahürüdür Rıfat Bey. Aslında bu faşist görüş kendini bilmeyen bir görüştür. Tıpkı Marie Antoinette gibi, ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler saflığında. Aynı saflığı ve altında yatan ikiyüzlülüğü Rıfat Bey’in “Bir millet diline sahip çıkmalıdır.” sözünde de hissederiz.
Filmin ana ekseni Türk-Kürt sorunu üzerine kurgulanmış olsa da bir bakımdan “yalnızlık ve keder” üzerine de bir filmdir Büyük Adam Küçük Aşk. Zira yakınlarını yitirmiş olan Hejar’ın, kaybettiği eşine hâlâ özlem duyan Rıfat Bey’in ve komşusuna platonik bir aşk besleyen Müzeyyen Hanım’ın konuştuğu ortak dil “yalnızlık”tır. Çünkü dünyanın neresine giderseniz gidin, hangi dili konuşursanız konuşun keder ve yalnızlık aynı anlama gelir. Şairin dediği gibi; Ağrı Dağı’na bakan Doğubayazıt’ın herhangi bir toprak damında da yalnızlık kötüdür, İstanbul’un göbeğinde milyonların içinde de yalnızlık kötüdür ve hangi dilde söylenirse söylensin aynı derecede koyar insana.
Filmde Türk-Kürt sorununa dair birçok keskin detay ve sosyal mesaj bulmak mümkün; ama beni en çok etkileyen sahne, Rıfat Bey’in Hejar’ın saçında bit bulması ve saçını kesmeye çalışması. Bu sahnenin alt metni aslında tüm Türk-Kürt sorununun bir özeti niteliğinde. Rıfat Bey’in Hejar’ın saçında bit bulduktan sonra ilk olarak saçlarını kesmeye çalışması statükocu devlet zihniyetine ne kadar da benziyor! Muktedirlerin, onlarca yıldır var olan sorunun temellerine inmektense günü kurtarmak adına pragmatik ve popülist bir yaklaşımda sürdürmüş olduğu “kökten çözüm”, Rıfat Bey özelinde çok güzel resmedilmiş. Sonrasında Rıfat Bey’in gönlü razı olmayıp utana sıkıla birisinden yardım istemesi; aldırttığı bit ilacı ile Hejar’ın saçlarını temizlemeye çalışması, ülke olarak sorunun temellerine inip barış dili ile toplum mozaiğimizi bozan ırkçı zihniyetin temizlenmesi gerektiğini de bir o kadar naif anlatıyor. Tabii bu naifliği filmin tamamında bulamadığımız da bir gerçek. Bazı sahnelerde klişelerden beslenen abartılı didaktizm maalesef filmin romantik bütünlüğünü sekteye uğratıyor.Filmin üzerinden yaklaşık on beş sene geçmesine rağmen günümüzde Kürt kimliği açısından pek fazla şeyin değişmediğini görmek çok üzücü. “Kürt yoktur, onlar karda gezerken kart kurt diye ses çıkaran dağ Türkleridir.” sığlığından bu günlere Kürt kimliğinin bir nebze de olsa korkusuzca telaffuz edilmeye başlanması elbette önemli; ama resmin geneline baktığımızda maalesef medeniyet ve demokrasi yolunda gidilecek bir hayli yolun olduğunu da söylemeden geçmeyelim. Boğazımızı kanatırcasına bağırmalıyız Yılmaz Erdoğan’ın dediği gibi, “Hep kardeş olacak değiliz ya, yaşasın halkların sevgililiği.”
Viewing all 348 articles
Browse latest View live